Cenâb-ı Hak, temsili terketmez. Zîra belâgatın iktiza ettiği bir temsildir. Belâgatın iktiza ettiği şey terkedilmez. Öyle ise Cenâb-ı Hak bu temsili terketmez. Binâenaleyh insafı olan, o temsilin beliğ, hak ve Allah’tan olduğunu bilir. İnad ile bakan adam ise hikmetini bilmez, tereddüde düşer, sorar, sual eder, en nihayet istihkar ile inkâra girer. Hülâsa: Mü’min, insaflı olduğu için Allah’tan olduğunu tasdik eder. Kâfir olan adam inadcı olduğundan, “Bunda ne faide var?” der. : Bu şart edatıdır. Dâhil olduğu her iki cümleyi birincisi melzum, ikincisi lâzım; veya evvelkisi şart, ötekisi meşrut olmak üzere, ikincisini birinci ile bağlar. Evet bu , iki cümle arasında lüzumu te’sis etmek için vaz’edilmiştir. Binâenaleyh burada i458 cümlesinin cümlesine lâzım ve zarûri olduğuna delâlet eder. Yâni îmanı olanın şe’ni, onun hak olduğunu bilmektir.Kendisinden daha kısa olan kelimesine bedel denilmesi, onun hak olduğunu bilmek îman sebebiyle olduğuna ve keza onun hak olduğunu bilmek îman olduğuna işârettir.
Belâgat nokta-i nazarından makama daha münâsib olan cümlesine tercihan denilmesi, onların i’tirâzlarından kasdettikleri son neticeye işârettir. Çünkü onların maksadları, Allah’tan olduğunu nefyetmektir. hakkaniyetin o temsile hasredilmesinden anlaşılır ki, takbih edilmeyip istihsan edilen yalnız temsilidir. nın gayrısı ve dan daha iyisi, ayıblardan hâlî olsa bile, belâgatça nın yerini tutamaz. Çünkü yalnız ayıblardan selâmet, kemâle delil olamaz.