Beşer sultanlarının me’murları ise; sultanların ihtiyaç ve aczlerini def’ için tayinlerine zarûret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binâenaleyh, Allah’ın me’murlariyle insanın me’murları arasında münâsebet yoktur. Yalnız gâfil ve cahil olanlar hâdiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenâb-ı Hakk’tan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikâyetlerin hedefini değiştirmek için esbâb vaz’edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif sûretinde bir temsil-i ma’nevî rivayet ediliyor ki:
Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’a demiş ki:
— Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.
Cenâb-ı Hak, lîsan-ı hikmetle ona demiş ki:
— Senin ile ibâdımın ortasında musîbetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.
Evet, nasılki hastalıklar perdedir, ecel’de tevehhüm olunan fenâlıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakîki olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münâsip düşmeyen ba’zı hâlâta merci olmak için o me’muriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhîyyeye bir perdedir.
Evet, izzet ve azamet ister ki, esbâb perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbâb ellerini çeksinler te’sir-i hakîkiden...
Arkadaş! Tevhid iki çeşit olur:
Birisi âmiyâne tevhiddir ki: “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat Onun mülküdür.” der. Bu kısım tevhid sâhiblerinin fikirce gaflet ve dalâlete düşmeleri korkusu vardır.
İkincisi hakîki tevhiddir ki: “Allah birdir, mülk Onundur, vücûd Onundur, her şey Onundur.” der; lâyetezelzel bir i’tikâda sâhibdirler.