Ve keza, görüyoruz ki: Sâni-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî, şu inhidama meyyal menzillerde ve zevâle mahkûm meydanlarda öyle bir hikmet-i bâhirenin ve bir inâyet-i zâhirenin ve bir adalet-i âliyenin ve bir merhamet-i câmianın âsârını izhar ediyor ki, kalbi paslanmamış, gözü kör olmamış bir insan, aynelyakîn ile anlar ki, o hikmetten daha ekmel bir hikmet olamaz. Ve o âsârı görünen inâyetten daha ecmel bir inâyet kabil değil. Ve o emâratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur. Ve o semeratı görünen merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilemez. Öyle ise, o sultanın memleketinde dâimî mekânlar, sâbit meskenler, dâimî ve mukim sâkinler bulunmazsa, şu görünen hikmet, inâyet, merhamet ve adaletin, kalb ve fikir sâhiblerince inkârları lâzım gelir. Ve aynı zamanda o ef’al-i hakîmane sâhibinin, −hâşâ!− sefih, zâlim olmasını istilzam eder. Bu ise, hakîkatı zıddına kalbeden bir muhaldir.
Ey sözlerimi dinleyen arkadaş! Haşrin vücûduna ve vukuuna dâir delillerin, şu zikredilen kısma, emârelere münhasır olduğunu zannetme. Kur’ân-ı Kerîm’in gösterdiği gayr-i mütenahi emârelerden istihrac edilen hakîkat şudur ki: Hâlıkımız, şu muvakkat dünya meşherlerinde dâimî olan rubûbiyetinin sâbit karargâhına bizleri nakledecektir. Ve bu seyyal memleketi sermedî bir memlekete tebdil edecektir. Ve yine zannetme ki, haşir ve âhireti iktizâ eden, esmâ-i hüsnâ’dan yalnız “Hakîm, Kerîm, Rahîm, Âdil, Hafîz” isimleridir. Belki, kâinatın tedbiriyle alâkadar olan her bir isim, âhiret ve haşri iktizâ eder.
Hülâsa: Haşir mes’elesi öyle bir hakîkattır ki, celâliyle, cemâliyle, esmâsiyle Hâlık-ı Zîşan, bütün kütübü semâvîye ile enbiyâ ve evliyâ ve asfiyânın icmâlarını tazammun eden Kur’ân-ı Mu’cizül Beyân ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ekmelül halk ve eşrefül insan haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi, şu kâinat dahi, bütün âyâtiyle ve kelimatiyle haşrin vücûd ve îcadına şehâdet ediyor. Hatta her bir cüz’ün, cüz’î olsun küllî olsun, cüz’ olsun küll olsun, iki vechi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar, vahdaniyete delâlet eder. Diğer vecihle de âhirete nâzırdır ki, haşrin, âhiretin vücûdlarını ister.