Sırriyle ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma vedâ eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenâzemin lîsan-ı hâliyle, ruhumun lîsan-ı kaliyle bağırarak derim:
“El-amân el-amân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!”
İşte kabrimin başına ulaştım. Boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryâd edip nidâ ediyorum:
“El-amân el-amân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halâs eyle!”
İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum... Ve bilmüşâhede gördüm ki, senden başka melce’ ve mence’ yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşî şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nidâ edip: “El-amân, el-amân! Yâ Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir!”
İlâhî! Senin rahmetin melceimdir ve Rahmetenlil-âlemîn olan Habib’in (A.S.M.) senin rahmetine yetişmek için vesîlemdir. Senden şekvâ değil, belki nefsimi ve hâlimi sana şekvâ ediyorum.
Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-ı Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnûun ve abdin; hem âsi, hem âciz, hem gâfil, hem câhil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsinn, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedâmet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını i’tiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle mübtela olmuş. Sana tazarrû ve niyâz eder... Eğer kemâl-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır. Çünkü Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mâbud yoktur ki, ona iltica edilsin!..