Dördüncüsü: Akıl tâtili eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de onu görür, onu düşünür, ona müteveccihtir. Hads ki, şimşek gibi sür’ati intikaldir, dâima onu tahrik eder. Hadsin muzâafı olan ilham, onu dâima tenvir eder. Meyelânın muzâafı olan arzu ve onun muzâafı olan iştiyak ve onun muzâafı olan aşkı İlâhî, onu dâima mârifeti Zülcelâl’e sevkeder. Şu fıtrattaki incizab ve cezbe, bir hakîkatı câzibedarın cezbiyledir.
Bu nükteleri bildikten sonra şu bürhanı enfüsî olan vicdana müracaat et. Göreceksin ki, kalb bedenin aktarına, neşri hayat ettiği gibi, kalbdeki ukde-i hayatiye olan Mârifeti Sânidir ki, isti’dâdatı gayri mahdude-i insaniye ile mütenâsip olan âmâl ve müyûlü müteşaibeye neşri hayat eder. Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve bast ve temdid eder. İşte nokta-i istimdâd.
Ve kavga ve müzâhemetin meydanı olan dağdağa-i hayata hücum gösteren âlemin, binlerce musîbet ve müzâhamelere karşı yegâne nokta-i istinâd yine mârifeti Sânidir.
Evet, her şeyi hikmet ve intizam ile işliyen bir Sâni-i Hakîme i’tikâd etmezse ve alelamyâ kör tesâdüflere havâle ederse ve o beliyyata karşı elindeki kudretin ademi kifayetini düşünse, ister istemez tevahhuş, dehşet, telâş, havfdan mürekkeb bir hâleti Cehennemnümûn ve ciğerşikâfe düşecektir. O ise eşref ve ahseni mahlûkat olan rûhu insaniyetin her şeyden ziyâde perîşan olduğunu istilzam eder. O ise, intizamı kâmili kâinattaki nizamı ekmele zıt oluyor. Şu nokta-i istimdâd ve nokta-i istinâd ile bu derece nizamı âlemde hüküm-fermâlık, hakîkatı nefs-ül-emriyenin hassa-i münhasırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan Sâni-i Zülcelâl mârifetini kalbi beşere dâima tecelli ettiriyor. Akıl gözünü kapasa da, vicdanın gözü dâima açıktır. Sâni-i Zülcelâl bu dört bürhanı azîmin kat’i şehâdetleriyle Vâcibü’l-Vücûd, Ezelî, Vâhid, Ehad, Ferd, Samed, Alîm, Kadîr, Mürîd, Semî, Basîr, Mütekellim, Hayy, Kayyum olduğu gibi bütün evsâfı celâliye ve cemâliye ile muttasıftır. Zîra mukarrerdir ki: Masnûdaki feyzi kemâl Sâniin zılli tecellisinden muktebesdir. Demek, kâinatta ne kadar hüsnü cemâl, kemâl varsa, umumundan lâyühad derecede yüksek tabakada evsâfı cemâliye ve kemâliye ile Sâni-i Zülcelâl muttasıftır. Zîra, ihsân servetin, îcad vücûdun, îcab vücubun, tahsin hüsnün, tenvir nurun fer’i ve delili olduğu gibi; bütün kâinattaki bütün kemâl ve cemâl, Sâni-i Zülcelâl’in kemâl ve cemâline bir zıllı zalîldir ve bürhanıdır.