Mektubat | Altıncı Mektup | 25
(24-26)

Ve şu gurbet içinde bir dâire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan tevellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde, gecenin ve dağların garibane vaziyeti bana rikkatli bir gurbeti daha hissettirdi. Ve şu gurbetten dahi, şu fâni misafirhâneden ebed-ül âbâd tarafına harekete âmâde olan ruhumu fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden Fesübhânallah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryad ile dedi:

Yâ Rab! Garîbem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem,ihtiyârem.

Bî-ihtiyârem, el’aman gûyem, afv cûyem, meded hâhem zidergâhet İlahî!

Birden nûr-u îman, feyz-i Kur’ân, lütf-u Rahman imdadıma yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nurânî ünsiyet dâirelerine çevirdiler.

Lîsanım:

söyledi, Kalbim:

âyetini okudu. Aklım dahi ızdırabından ve dehşetinden feryad eden nefsime hitâben dedi:

Bırak biçâre feryâdı, belâdan kıl tevekkül. Zîra feryâd; belâ ender hata-ender belâdır bil.

Belâ vereni buldunsa eğer; safâ-ender, vefâ-ender, atâ-ender belâdır bil.

Mâdem öyle, bırak şekvâyı şükret, çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.

Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fenâ-ender, hebâ-ender belâdır bil.

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan gel tevekkül kıl.

Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün; o güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Hem üstadlarımdan Mevlâna Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim:

Dinle
-