girdiklerinin ve her mübârek şey’in başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyânını başka vakte tâlikan, şimdilik kendime âid bir hissimi söyliyeceğim:
Kardeşim, ben isimlerini öyle bir nûr-u a’zam görüyorum ki, bütün kâinatı ihâta eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emîn edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nûr-u a’zam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesîle; fakr ile şükr, acz ile şefkattir. Yâni: Ubûdiyet ve iftikardır. Şu mes’ele münâsebetiyle hâtıra gelen ve muhakkikîne, hatta bir üstâdım olan İmâm-ı Rabbânî’ye muhalif olarak diyorum ki: Hazret-i Yâkub Aleyhisselâm’ın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir; belki şefkattir. Çünkü: Şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecâzî mahbûblara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek Kur’ân-ı Hakîm’in parlak bir i’caz ile, parlak bir sûrette gösterdiği ve ism-i Rahîm’in vusulüne vesîle olan hissiyat-ı Yâkubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd’a vesîle-i vusul olan aşk ise; Züleyhâ’nın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı olan muhabbet mes’elesindedir. Demek Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, Hazret-i Yâkub Aleyhisselâm’ın hissiyatını, ne derece Züleyhâ’nın hissiyatından yüksek göstermişse; şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.