Sâniyen: Neşr-i envâr-ı Kur’âniyedeki muvaffakıyetin ve gayretin ve şevkin, bir ikrâm-ı İlâhîdir, belki bir kerâmet-i Kur’âniyedir, bir inâyet-i Rabbânîyedir. Sizi tebrik ediyorum. Kerâmet ve ikram ve inâyetin bahsi geldiği münâsebetiyle, kerâmet ve ikramın bir farkını söyleyeceğim. Şöyle ki:
Kerâmetin izharı, zaruret olmadan zarardır. İkrâmın izharı ise, bir tahdîs-i ni’mettir. Eğer kerâmet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmâresi bâkî ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine i’timad etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrac olabilir. Eğer bilmiyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir sual var, intâk-ı bilhak nev’inden ona muvâfık bir cevap verir; sonra anlar. Anladıktan sonra kendi nefsine değil, belki kendi Rabbisine i’timadı ziyâdeleşir ve “Beni benden ziyâde terbiye eden bir hafîzim vardır.” der, tevekkülünü ziyâdeleştirir. Bu kısım, hatarsız bir kerâmettir; ihfâsına mükellef değil, fakat fahr için kasden izharına çalışmamalı... Çünkü: Onda zâhiren insanın kesbinin bir medhali bulunduğundan, nefsine nisbet edebilir. Amma ikram ise: O, kerâmetin selâmetli olan ikinci nev’inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. İzharı, tahdîs-i ni’mettir. Kesbin medhali yoktur; nefsi onu kendine isnad etmez.