Mektubat | Dokuzuncu Mektup | 34
(32-35)

Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakîkata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâkî olan hakâik-i îmaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezîle olan inad-ı mecâzî, güzel ve âlî bir haslet olan hakîki inada, -yâni hakta şiddetli sebata- inkılâb eder.

İşte şu üç misal gibi; insanlar, insana verilen cihâzât-ı ma’nevîyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabiyle isti’mal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medâr olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve ma’nevîyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakîkata muvâfık olarak saadet-i dâreyne medâr olur.

İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda te’sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: “Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!” Yâni, fıtratını değiştir gibi zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz.” Hem nasihat te’sir eder, hem dâire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur...

Râbian: Ulemâ-i İslâm ortasında “İslâm” ve “îman”ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı “ikisi birdir”, diğer kısmı “ikisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz” demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:

İslâmiyet, iltizamdır; îman, iz’andır. Ta’bir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; îman ise, hakkı kabûl ve tasdiktir. Eskide ba’zı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; “dinsiz bir müslüman” denilirdi. Sonra ba’zı mü’minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar..“gayr-ı müslim bir mü’min” ta’birine mazhar oluyorlar.

Acaba İslâmiyetsiz îman, medâr-ı necat olabilir mi?

Elcevab: Îmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz îman da medâr-ı necat olamaz. Felillâhi’l-hamdü velminnetü, Kur’ânın i’caz-ı ma’nevîsinin feyziyle Risâle-i Nur mizanları, din-i İslâmın ve hakâik-i Kur’âniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kabil değil. Hem îman ve İslâmın delil ve bürhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki; gayr-ı müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir.

Dinle
-