BİRİNCİ MES’ELE-İ MÜHİMME: “Fütûhât-ı Mekkiye” sâhibi Muhyiddin-i Arabî (K.S.) ve “İnsan-ı Kâmil” denilen meşhur bir kitabın sâhibi Seyyid Abdülkerim (K.S) gibi evliyâ-i meşhure; küre-i arzın tabakat-ı seb’asından ve Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyzâ’dan ve Fütûhât’ta Meşmeşiye dedikleri acâibden bahsediyorlar; “gördük” diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise; halbuki, bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem Coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabûl edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl velî olabilirler? Böyle hilâf-ı vâkî’ ve hilâf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakîkat olabilir?
Elcevab: Onlar ehl-i hak ve hakîkattırlar; hem ehl-i velâyet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler, fakat ihâtasız olan hâlet-i şuhudda ve rü’ya gibi rü’yetlerini ta’birde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rü’yadaki adam kendi rü’yasını ta’bir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşf ve şuhud dahi rü’yetlerini o halde iken kendileri ta’bir edemezler. Onları ta’bir edecek, “asfiya” denilen verâset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, asfiya makamına çıktıkları zaman, Kitab ve Sünnet’in irşadiyle yanlışlarını anlarlar, tashih ederler; hem etmişler.
Şu hakîkatı îzah edecek şu hikâye-i temsiliyeyi dinle. Şöyle ki:
Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval ta’bir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi “uykum geldi” deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder, bakar ki; sinek gibi birşey, yatanın burnundan çıkıp, süt kâsesine bakıyor