Mektubat | On Sekizinci Mektup | 84
(81-87)

cümlesi, onların kaide-i külliyeleridir. Ve Cenâb-ı Hakk’ı

mazmûnu üzere, hiçbir şey ile müşâbeheti yok. Tahayyüz ve tecezzîden münezzehtir. Mevcûdâtla alâkası, hâlıkıyettir. Ehl-i vahdetü’l-vücûdun dedikleri gibi; mevcûdât, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenâb-ı Hakk’ın âsârıdır. “Heme Ost” değil, “Heme Ezost”tur. Yâni, herşey O değil, belki herşey Ondandır. Çünkü hâdisat, ayn-ı Kadîm olamaz. Şu mes’eleyi iki temsil ile fehme takrib edeceğiz:

Birincisi: Meselâ bir pâdişâh var. O pâdişâhın hâkim-i âdil ismiyle bir adliye dâiresi var ki, o ismin cilvesini gösteriyor. Bir ismi de halifedir. Bir meşihat ve bir ilmiye dâiresi, o ismin mazharıdır. Bir de Kumandan-ı A’zam ismi var. O isim ile devâir-i askeriyede faaliyet gösterir. Ordu, o ismin mazharıdır. Şimdi biri çıksa dese ki: “O pâdişâh, yalnız hâkim-i âdildir; devâir-i adliyeden başka dâire yok.” O vakit bilmecburiye, adliye me’murları içinde, hakîki değil i’tibârî bir sûrette, meşihat dâiresindeki ulemânın evsafını ve ahvalini onlara tatbik edip, zıllî ve hayalî bir tarzda, hakîki adliye içinde tebaî ve zıllî bir meşihat dâiresi tasavvur edilir. Hem dâire-i askeriyeye ait ahval ve muamelâtını yine farazî bir tarzda, o me’murîn-i adliye içinde i’tibâr edip, gayr-ı hakîki bir dâire-i askeriye i’tibâr edilir ve hâkeza... İşte şu halde, pâdişâhın hakîki ismi ve hakîki hâkimiyeti, hâkim-i âdil ismidir ve adliyedeki hâkimiyettir. Halife, kumandan-ı a’zam, sultan gibi isimleri hakîki değiller, i’tibârîdirler. Halbuki pâdişâhlık mâhiyeti ve saltanat hakîkatı, bütün isimleri hakîki olarak iktiza eder. Hakîki isimler ise, hakîki dâireleri istiyor ve iktiza ediyorlar. İşte saltanat-ı ulûhiyet Rahmân, Rezzâk, Vehhâb, Hallâk, Fa’al, Kerîm, Rahîm gibi pek çok esmâ-i mukaddeseyi hakîki olarak iktiza ediyor. O hakîki esmâ dahi, hakîki âyineleri iktiza ediyorlar. Şimdi ehl-i vahdetü’l-vücûd mâdem

der, hakâik-i eşyayı hayâl derecesine indirir. Cenâb-ı Hakk’ın Vâcibü’l-Vücûd ve Mevcûd ve Vâhid ve Ehad isimlerinin hakîki cilveleri ve dâireleri var. Belki âyineleri, dâireleri hakîki olmazsa; hayâlî, ademî dahi olsa, onlara zarar etmez. Belki vücûd-u hakîkinin âyinesinde vücûd rengi olmazsa, daha ziyâde safî ve parlak olur. Fakat Rahmân, Rezzâk, Kahhâr, Cebbâr, Hallâk gibi isimleri ise, tecellileri hakîki olmuyor, i’tibârî oluyor. Halbuki o esmâlar, Mevcûd ismi gibi hakîkattırlar, gölge olamazlar; aslîdirler, tebeî olamazlar.

Dinle
-