Hâmisen: Bir mektubda, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit.
Bir gece, yüz tabakalık irtifada, bir katran ağacının başındaki yuvada, semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım; Kur’ân-ı Hakîm’in
kaseminde ulvî bir nûr-u i’caz ve parlak bir sırr-ı belâgat gördüm. Evet, seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına işaret eden şu âyet, gâyet âlî bir nakş-ı san’at ve âli bir levha-i ibret, nazar-ı temaşaya gösteriyor. Evet şu seyyareler, kumandanları olan güneşin dâiresinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dâiresine girerek semada yeni yeni nakışları ve san’atları gösteriyorlar. Ba’zan kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Ba’zan küçük yıldızlar içine girip bir kumandan sûretini gösteriyorlar. Hususiyle bu mevsimde, akşamdan sonra, ufukta Zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı, gâyet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra vazife-i tef- tişiyelerini ve nakş-ı san’atta mekiklik hizmetini îfadan sonra yine dönüp sultanları olan güneşin şa’şaalı dâiresine girip gizleniyorlar. Şimdi şu “Hunnes, Künnes” ta’bir edilen seyyarelerle şu zemînimizi kâinat fezasında birer gemi, birer tayyare sûretinde kemâl-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren Zât’ın haşmet-i rubûbiyetini ve şa’şaa-i saltanat-ı ulûhiyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar. Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve tayyareleri içinde öyleleri var ki, bin def’a küre-i arz kadar bir cesamette ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kat’eden sür’attedir.