Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki, ehl-i fikri mest ve hayran eder. “Fesübhânallah!” dedim; ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garîb ve acib, âli ve gâlî işler görülüyor. Bu noktadan iki nükte-i îmaniye hâtıra geldi:
Birincisi: Birkaç gün evvel bir misafirim bana suâl etti. O şüpheli suâlin esası şudur: Cennet ve Cehennem pek çok uzaktırlar. Haydi ehl-i Cennet, lûtf-u İlâhî ile berk ve burak gibi uçarak haşirden geçerler, Cennet’e giderler. Fakat ehl-i Cehennem, sakîl cisimleri ve büyük ve ağır günahların yükleri altında nasıl gidecekler? Hangi vasıta ile?
İşte hatıra gelen şudur: Nasılki meselâ Amerika’da, bütün milletler umûmî bir kongreye dâvet edilse, her millet büyük gemisine biner, oraya gider.. Öyle de: Bahr-i muhît-i kâinatta, bir senede yirmi beş bin senelik uzun bir seyahata alışan Küre-i Arz; ahâlisini alır, gider mahşer meydanına boşaltır. Hem, her otuz üç metrede bir derece-i hararet tezayüd ettiği delâletiyle, merkez-i Arz’da bulunan Cehennem ateşinin hadîsçe beyan olunan derece-i hararetine muvafık iki yüz bin derece-i harareti taşıyan ve hadîsin rivâyâtına göre, dünyada ve berzahta büyük Cehennem’in ba’zı vazifelerini gören ateşini Cehennem’e döker; sonra emr-i İlâhî ile daha güzel ve bâkî bir sûrete tebeddül eder; âhiret âleminden bir menzil olur.
Hatıra gelen ikinci nükte: Sâni’-i Kadîr, Fâtır-ı Hakîm, Vâhid-i Ehad, kemâl-i kudretini ve cemâl-i hikmetini ve delil-i vahdetini göstermek için, pek az birşeyle çok işleri görmek; pek küçük birşeyle, pek büyük vazifeleri gördürmeyi âdet etmiştir. Ba’zı Sözlerde demiştim ki: Eğer bütün eşya bir tek zâta isnad edilse, vücub derecesinde bir sûhulet, bir kolaylık peyda eder. Eğer eşya müteaddid sâni’lere, esbablara isnad edilse; imtina’ derecesinde bir suûbet, bir müşkilât ortaya düşer. Çünkü bir zâbit gibi veya usta gibi bir tek zât, kesretli efrada ve kesretli taşlara bir fiil ile, bir hareket ile ve sûhuletle bir vaziyet verip bir netice hâsıl eder ki, eğer o vaziyeti alması ve o neticeyi istihsal etmesi, o ordudaki efrada ve o direksiz kubbedeki taşlara havale edilse; pek çok fiillerle, pek çok müşkilâtla, pek çok karışıklıklarla ancak yapılabilir.
İşte şu kâinattaki raks ve deveran, seyr ü cevelân ve temâşâ-i tesbih- feşan ve fusûl-i erbaa ve gece-gündüzdeki seyeran gibi ef’al eğer vahdete verilse; birtek zât, birtek emirle, birtek küreyi tahrik ile mevsimlerin değişmesindeki acâib-i san’atı ve gece gündüzün deveranındaki garâib-i hikmeti ve yıldızların ve Şems ve Kamer’in surî hareketlerinde şirin temâşâ levhalarını göstermek gibi, o âli vaziyetleri ve gâlî neticeleri istihsal eder.