Küre-i Arz; serseriyane, bâd-i heva azîm bir dâireyi çizmiyor. Belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin dâire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azîmin etrafında gezip, mahsulât-ı ma’nevîyesini ona devrediyor ki; ileride o meşherde, enzar-ı nâs önünde gösterilecektir. Demek, yirmi beş bin seneye karîb bir dâire-i muhitanın içinde, rivayete binâen Şam-ı Şerîf kıt’ası bir çekirdek hükmünde olarak o dâireyi dolduracak bir meydan-ı haşir bastedilecektir. Küre-i Arz’ın bütün ma’nevî mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek; o ma’nevî mahsulâtları da, gaibden şehâdete geçecektir. Evet Küre-i Arz; bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulât vermiş ve onu istiab edecek mahlûkat ondan akmış ve onu imlâ edecek masnûat ondan çıkmış. Demek Küre-i Arz bir çekirdek ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet nasılki nurânî bir nokta, sür’at-i hareketiyle nurânî bir hat olur veya bir dâire olur. Öyle de: Küre-i Arz sür’atli, hikmetli hareketiyle bir dâire-i vücûdun temessülüne ve o dâire-i vücûd mahsulâtiyle beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medârdır.
Said Nursî