Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 184
(88-221)

--------------------------------------------------------------------------------

 ulvî ciddiyeti ve İlâhî huzuru ve cem’iyyeti hâtırı veriyor, ihlâl etmiyor. Halbuki o çeşit mezâyâyı fesâhat ve san’atı lâfzıyye ve nazm ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarafeti işmam ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır. Hatta münacatın en latifi ve en ciddîsi ve en ulvî nazımlı ve Mısır’ın kaht u galasının sebebi ref’i olan İmâmı Şafiî’nin meşhur bir münâcatını çok def’a okuyordum; gördüm ki: Nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcatın ulvî ciddiyetini ihlâl eder. Sekizdokuz senedir virdimdir. Hakîki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki: Kur’ânın has, fıtrî, mümtaz olan kafiyelerinde nazm ve mezâyâsında bir nevi i’câzı var ki; hakîki ciddiyeti ve tam huzuru muhafaza eder, ihlâl etmez. İşte ehli münâcat ve zikr, bu nevi i’câzı aklen fehmetmezse de kalben hisseder.

(Hâşiye2): Kur’ânı Mu’cizü’lBeyân’ın ma’nevî bir sırrı i’câzı şudur ki: Kur’ân, İsmi Â’zama mazhar olan Resûli Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın pek büyük ve pek parlak derecei îmanını ifade ediyor.

Hem mukaddes bir harita gibi âlemi âhiretin ve âlemi Rubûbiyetin yüksek hakîkatlarını beyân eden, gâyet büyük ve geniş ve âlî olan hak dinin mertebei ulviyesini fıtrî bir tarzda ifade ediyor, ders veriyor.

Hem Hâlıkı Kâinat’ın umum mevcûdâtın Rabbi cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitabını ifade ediyor. Elbette bu sûretteki ifadei Furkan’a ve bu tarzdaki beyânı Kur’âna karşı,

sırrıyla bütün ukûlü beşeriye ittihad etse, bir tek akıl olsa dahi karşısına çıkamaz, muâraza edemez.

Çünkü: Şu üç esas noktai nazarında, kat’iyyen kabili taklid değildir ve tanzir edilmez!..

(Hâşiye3): Kur’ânı Hakîm’in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihayeti hitam buluyor.Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene âyeti sahifeler için, Sûrei İhlâs ve Kevser satırlar için bir vâhidi kıyasî ittihaz edildiğinden, Kur’ânı Hakîm’in bu güzel meziyeti ve i’câz alâmeti görülüyor.

(Hâşiye4): Bu makamın bu mebhasında gâyet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risâlei Nur’un muvaffakıyeti noktasında gâyet zinetli ve sevimli ve mü şevvik kerâmetin, pek az ve cüz’î vaziyet ve kısacık nümûnelerine ve küçücük emarelerine, acelelik belâsiyle iktifa edilmiş. Halbuki o büyük hakîkat ve o sevimli kerâmet ise, tevâfuk nâmiyle beşaltı nevîleri ile Risâlei Nur’un bir silsilei kerâmetini ve Kur’ânın göze görünen bir nevi i’câzının lemaatını ve rumuzatı gaybiyenin bir menbaı işârâtını teşkil ediyor.

Sonradan, Kur’ânda “LÂFZULLAH”ın tevâfukundan çıkan bir lem’a-i i’câzı gösteren yaldız ile bir Kur’ân yazdırıldı. Hem Rumuzat-ı Semâniye nâmındaki sekiz küçük risâleler, hurufat-ı Kur’âniyenin tevâfukatından çıkan münâsebet-i latife ve işârât-ı gaybiyelerinin beyânında te’lif edildi. Hem Risâle-i Nur’u tevâfuk sırriyle tasdik ve takdir ve tahsin eden Kerâmet-i Gavsiye ve üç Kerâmet-i Aleviye ve İşârât-ı Kur’âniye nâmındaki beş adet risâleler yazıldı. Demek Mu’cizât-ı Ahmediyye’nin te’lifinde o büyük hakîkat icmâlen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş, daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş.

Dinle
-