Ancak eşya arasında küçük, cüz’î bir alâka olur. Binaenaleyh, ehl-i dalâletin yekdiğerine olan uhuvvetleri binler senelik uzun bir zamanda bir dakika kadardır.
Ve keza îmân nazarında, bütün ecramı, hayatdar ve birbirine ünsiyetli olduklarını görüyor. Ve her bir cirmin lisan-ı hâli ile Hâlik’ına tesbihat yapmakta olduğunu gösteriyor. İşte bu itibarla bütün ecramın kendilerine göre bir nevi hayat ve ruhları vardır. Binaenaleyh îmânın şu görüşüne nazaran o ecramda dehşet, vahşet yoktur. Ünsiyet ve muhabbet vardır.
Dalâlet nazarı, matlublarını tahsil etmekten âciz olan insanların sahipsiz, hâmisiz olduklarını telakki eder ve hüzün, keder, aczlerinden dolayı ağlayan yetimler gibi zanneder. Îmân nazarı ise; canlı mahlûkata bakar.. yetimler gibi değil, ancak mükellef memur, muvazzaf zâkir ve tesbihhan ibâd sıfatı ile bakar.
Altıncı Nokta: Nûr-u îmân; dünya ve âhiret âlemlerini çeşit çeşit nimetlere mazhar iki sofra ile tasvir eder ki, mü’min olan kimse îmân eli ile ve zâhirî bâtınî duyguları ile ve mânevî, ruhî olan letâifi ile o sofralardan istifade ediyor. Dalâlet nazarında ise, zevilhayatın dâire-i istifadesi küçülür, maddî lezzetlere münhasırdır.
Îmân nazarında, semâvat ve arzı ihata eden bir daire kadar tevessü eder. Evet, bir mü’min; güneşi, kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs, kameri bir idare lâmbası addedebilir. Bu itibarla şems, Kamer kendisine bir nimet olur. Binaenaleyh mü’min olan zatın daire-i istifadesi semavattan daha geniş olur. Evet Kur’ân-ı Mu’cizül Beyân