Tılsımlar Mecmuası | Yirminci Mektubun – İkinci Makamı | 41
(33-41)
ON BİRİNCİ KELİME: واِلَيْهِ المَصِيرُ Yâni: Dâr-ı fânîden dâr-ı bâkîye dönülecek ve Kadîm-i Bâkînin makarr-ı saltanat-ı ebediyesine gidilecek ve kesret-i esbabdan, Vâhid-i Zülcelâlin dâire-i kudretine gidilecek, dünyadan Âhirete geçilecek. Merciiniz onun dergâhıdır, melceiniz onun rahmetidir. Ve hâkezâ...
Şu kelimenin bunlar gibi ifade ettiği pekçok hakîkatlar var. Şu hakîkatların içinde saâdet-i ebediye ile cennete döneceğinizi ifade eden hakîkat ise: Onuncu Söz'ün oniki bürhan-ı kat'î-yi yakîniyle ve Yirmiidokuzuncu Söz'ün pek çok delâil-i kâtıayı tazammun eden altı esasiyle o derece kat'î isbat edilmiştir ki, başka beyana hacet bırakmıyor. Gurub eden Güneşin, ertesi sabah yeniden tulu' edeceği kat'iyyetinde o iki söz isbat etmişler ki: Şu dünyanın ma’nevî güneşi olan hayat dahi, harab-ı dünya ile gurubundan sonra haşrin sabahında bâkî bir surette tulû' edecektir. Ve cin ve insin bir kısmı saâdet-i ebediyyeye ve bir kısmı da şekavet-i ebediyyeye mazhar olacaktır.
Mâdem Onuncu ve Yirmi dokuzuncu Sözler bu hakîkatı kemâliyle isbat etmişler, sözü onlara havale edip yalnız deriz ki: Sâbık beyanatta kat'î isbat edildiği üzere: Nihayetsiz bir ilm-i muhit ve hadsiz bir irade-i külliye ve nihayetsiz bir kudret-i mutlaka sahibi olan şu kâinatın Sâni'-i Hakîmi ve şu insanların Hâlik-ı Rahîmi, bütün semâvî kitapları ve fermanlariyle Cenneti ve saâdet-i ebediyyeyi nev'-i beşerin ehl-i îmanına va'detmiştir. Mâdem va'detmiştir, elbette yapacaktır. Çünki va'dinde hulf etmek O'na muhaldir. Çünki va'dini îfa etmemek, gayet çirkin bir noksandır. Kâmil-i Mutlak noksandan münezzeh ve mukaddestir. Va'dettiğini yapmamak, ya cehlinden veya aczinden yapamaz. Halbuki o Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Külli Şey hakkında cehl ve acz muhal olduğundan, hulf-ü va'd dahi muhaldir. Hem başta Fahr-i Âlem Aleyhisselâtü Vesselâm olarak bütün Enbiya ve Evliya ve Asfiya ve ehl-i îman, mütemadiyen o Rahîm-i Kerîm'den, va'dettiği saâdet-i ebediyyeyi rica edip yalvarıyorlar ve niyaz edip istiyorlar. Hem bütün Esmâ-i Hüsnâ ile beraber istiyorlar. Çünki başta şefkati ve rahmeti, adâleti ve hikmeti ve Rahman ve Rahîm, Âdil ve Hakîm isimleri ve rubûbiyyeti ve saltanatı ve Rab ve Allah isimleri gibi ekser Esmâ-i Hüsnâsı, dâire-i Âhireti ve saâdet-i ebediyyeyi iktiza ve istilzam ederler ve tahakkukuna şehadet ve delâlet ediyorlar. Belki -Onuncu Söz'de isbat edildiği gibi- bütün mevcudat bütün hakaikıyla dâr-ı Âhirete işaret ediyorlar. Hem ferman-ı a'zam olan Kur’ân-ı Hakîm, binler âyât ve beyyinatiyle ve berâhin-i sâdıka-i kat'iyyesiyle o hakîkatı gösteriyor ve tâlim ediyor. Ve nev'-i beşerin mâbihil iftihârı olan Habîb-i Ekrem; binler mu'cizat-ı bâhireye istinad ederek bütün hayatında, bütün kuvvetiyle o hakîkatı ders vermiş, isbat etmiş, ilân etmiş, görmüş ve göstermiş...
اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَباَرِكْ عَلَيْهِ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ بِعَدَدِ اَنْفاَسِ اَهْلِ الجَنَّةِ فِى الجَنَّةِ وَاحْشُرْنَا وَناشِرَهُ وَرُفَقِائَهُ وَصَاحِبَهُ سَعِيدًا وَوَالِدِينَا وَاِخْوَانَناَ وَاَخَوَاتِنَا تَحْتَ لِوَائِهِ وَارْزُقْنَا شَفَاعَتَهُ وَاَدْخِلْنَا الجَنَّةَ مَعَ اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ بِرَحْمَتِكَ ياَارْحَمَ الرَّاحمينَ اَمين اَمينَ
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيِنَا اَوْ اَخْطَاْنَا *رَبَّنَا لاَتُزِغْ قُلُوبَنا بَعْدَ اِزْهَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الوَهَّابُ * رَبِّ اِشْرَحْ لِى صَدْرِى * وَيَسِّرْلِى اَمْرِى * وْاخْلُدْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانى* يَفْقَهُوا قَوْلِى* رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ العَليمُ* وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ * سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اَلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ
* * *
Şu kelimenin bunlar gibi ifade ettiği pekçok hakîkatlar var. Şu hakîkatların içinde saâdet-i ebediye ile cennete döneceğinizi ifade eden hakîkat ise: Onuncu Söz'ün oniki bürhan-ı kat'î-yi yakîniyle ve Yirmiidokuzuncu Söz'ün pek çok delâil-i kâtıayı tazammun eden altı esasiyle o derece kat'î isbat edilmiştir ki, başka beyana hacet bırakmıyor. Gurub eden Güneşin, ertesi sabah yeniden tulu' edeceği kat'iyyetinde o iki söz isbat etmişler ki: Şu dünyanın ma’nevî güneşi olan hayat dahi, harab-ı dünya ile gurubundan sonra haşrin sabahında bâkî bir surette tulû' edecektir. Ve cin ve insin bir kısmı saâdet-i ebediyyeye ve bir kısmı da şekavet-i ebediyyeye mazhar olacaktır.
Mâdem Onuncu ve Yirmi dokuzuncu Sözler bu hakîkatı kemâliyle isbat etmişler, sözü onlara havale edip yalnız deriz ki: Sâbık beyanatta kat'î isbat edildiği üzere: Nihayetsiz bir ilm-i muhit ve hadsiz bir irade-i külliye ve nihayetsiz bir kudret-i mutlaka sahibi olan şu kâinatın Sâni'-i Hakîmi ve şu insanların Hâlik-ı Rahîmi, bütün semâvî kitapları ve fermanlariyle Cenneti ve saâdet-i ebediyyeyi nev'-i beşerin ehl-i îmanına va'detmiştir. Mâdem va'detmiştir, elbette yapacaktır. Çünki va'dinde hulf etmek O'na muhaldir. Çünki va'dini îfa etmemek, gayet çirkin bir noksandır. Kâmil-i Mutlak noksandan münezzeh ve mukaddestir. Va'dettiğini yapmamak, ya cehlinden veya aczinden yapamaz. Halbuki o Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Külli Şey hakkında cehl ve acz muhal olduğundan, hulf-ü va'd dahi muhaldir. Hem başta Fahr-i Âlem Aleyhisselâtü Vesselâm olarak bütün Enbiya ve Evliya ve Asfiya ve ehl-i îman, mütemadiyen o Rahîm-i Kerîm'den, va'dettiği saâdet-i ebediyyeyi rica edip yalvarıyorlar ve niyaz edip istiyorlar. Hem bütün Esmâ-i Hüsnâ ile beraber istiyorlar. Çünki başta şefkati ve rahmeti, adâleti ve hikmeti ve Rahman ve Rahîm, Âdil ve Hakîm isimleri ve rubûbiyyeti ve saltanatı ve Rab ve Allah isimleri gibi ekser Esmâ-i Hüsnâsı, dâire-i Âhireti ve saâdet-i ebediyyeyi iktiza ve istilzam ederler ve tahakkukuna şehadet ve delâlet ediyorlar. Belki -Onuncu Söz'de isbat edildiği gibi- bütün mevcudat bütün hakaikıyla dâr-ı Âhirete işaret ediyorlar. Hem ferman-ı a'zam olan Kur’ân-ı Hakîm, binler âyât ve beyyinatiyle ve berâhin-i sâdıka-i kat'iyyesiyle o hakîkatı gösteriyor ve tâlim ediyor. Ve nev'-i beşerin mâbihil iftihârı olan Habîb-i Ekrem; binler mu'cizat-ı bâhireye istinad ederek bütün hayatında, bütün kuvvetiyle o hakîkatı ders vermiş, isbat etmiş, ilân etmiş, görmüş ve göstermiş...
اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَباَرِكْ عَلَيْهِ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ بِعَدَدِ اَنْفاَسِ اَهْلِ الجَنَّةِ فِى الجَنَّةِ وَاحْشُرْنَا وَناشِرَهُ وَرُفَقِائَهُ وَصَاحِبَهُ سَعِيدًا وَوَالِدِينَا وَاِخْوَانَناَ وَاَخَوَاتِنَا تَحْتَ لِوَائِهِ وَارْزُقْنَا شَفَاعَتَهُ وَاَدْخِلْنَا الجَنَّةَ مَعَ اَلِهِ وَاَصْحاَبِهِ بِرَحْمَتِكَ ياَارْحَمَ الرَّاحمينَ اَمين اَمينَ
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسيِنَا اَوْ اَخْطَاْنَا *رَبَّنَا لاَتُزِغْ قُلُوبَنا بَعْدَ اِزْهَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الوَهَّابُ * رَبِّ اِشْرَحْ لِى صَدْرِى * وَيَسِّرْلِى اَمْرِى * وْاخْلُدْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانى* يَفْقَهُوا قَوْلِى* رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ العَليمُ* وَتُبْ عَلَيْنَا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ * سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَا اَلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الحَكِيمُ
* * *
Ses Yok