Tılsımlar Mecmuası | Yirminci Mektubun – İkinci Makamı | 38
(33-41)
Ve o derece Vücûd-u vâcib, râsih ve hakîkatlı ve vücûd-u mümkinat o derece hafif ve zaiftir ki; Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik, sâir tabakat-ı vücûdu, evham ve hayal derecesine indirmişler; لاَ مَوْجُودَ اِلاَّ هُوَ demişler. Yâni: Vücûd-u Vâcib'e nisbeten başka şeylere vücûd denilmemeli; onlar, vücûd ünvanına lâyık değillerdir diye hükmetmişler.

İşte Vâcib-ül Vücûd'un hem vâcib, hem zâtî olan kudretine karşı; mevcudatın hem hâdis, hem arızî vücûdları; ve mümkinâtın hem kararsız, hem kuvvetsiz sübutları; elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhları Haşr-i A'zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşr ve neşrettiği yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.

İkinci Sır: Mübâyenet-i mâhiyet ve adem-i tekayyüdün kolaylığa sebebiyeti ise şudur ki: Sâni-i kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Mâhiyeti, hiçbir mâhiyete benzemez. Öyle ise: Kâinat dairesindeki mânialar, kayıtlar O'nun önüne geçemez. O'nun icraatını takyid ede-mez. Bütün kâinatı birden tasarruf edip çevirebilir. Eğer kâinat yüzün-deki görünen tasarrufat ve ef'al, kâinata havale edilse o kadar müşkilât ve karışıklığa sebebiyet verir ki; hiçbir intizam kalmadığı gibi, hiç- bir şey dahi vücûdda kalmaz; belki vücûda gelemez.
Meselâ: Nasılki kemerli kubbelerdeki ustalık san'atı, o kubbedeki taşlara havale edilse ve bir taburun zabite ait idaresi, neferata bırakılsa; ya hiç vücûda gelmez veyahut çok müşkilât ve karışıklık içinde intizamsız bir vaziyet alacak. Halbuki o kubbelerdeki taşlara vaziyet vermek için, taş nev'inden olmayan bir ustaya verilse ve taburdaki neferatın idaresi, mertebe îtibariyle zabitlik mahiyetini haiz olan bir zabite havale edilse; hem san'at kolay olur, hem tedbir ve idare suhuletli olur. Çünki: Taşlar ve neferler birbirine mâni' olurlar; usta ve zabit ise, mânisiz her noktaya bakar, idare eder.
Ses Yok