Tılsımlar Mecmuası | Yirmialtıncı Söz Kader Risalesi | 82
(81-93)
ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atâlete sebeb olsun. Demek kader mes'elesi, teklif ve mes'uliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, îmana girmiş. Cüz-i ihtiyarî, seyyiata merci olmak içindir ki, akideye dahil olmuş. Yoksa, mehâsine masdar olarak tefer'un etmek için değildir.
Evet, Kur-an'ın dediği gibi: İnsan, seyyiatından tamamen mes'uldür. Çünki: Seyyiatı istiyen odur. Seyyiat tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder. -Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi.- Fakat, hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünki: Hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiyye ve îcad eden kudret-i Rabbâniyyedir. Sual ve cevap, dâî ve sebep, ikiside Hak'tandır. İnsan, yalnız dua ile, îman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur. Fakat seyyiatı istiyen, nefsi insâniyyedir (ya istidad ile, ya ihtiyar ile). Nasılki beyaz, güzel Güneşin ziyasından bâzı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiatı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile îcad eden yine Hak'tır. Demek; sebebiyet ve sual, nefisdendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakk'a ait olan halk ve îcad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır. İşte şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.Nasılki, pekçok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tenbel bir adam diyemez: "Yağmur rahmet değil." Evet halk ve îcadda bir şerr-i cüz-î ile beraber hayr-ı kesîr vardır. Bir şerr-i cüz-î için hayr-ı kesîri terketmek şerr-i kesîr olur. Onun için o şerr-i cüz-î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur. Belki, abdin kesbine ve istidadına aittir. Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de: İllet ve sebep îtibâriyle dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünki: Kader, hakikî illetlere bakar,adâlet eder. İnsanlar, zâhirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adâletinde zulme düşerler. Meselâ: Hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki; sen sârık değilsin. Fakat kader, o gizli katlin için mahkum edip adâlet etmiş, kimse bilmez, gizli bir katlin var. İşte, Kader-i ilâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Hâkim ise, sen ondan mâsum olduğun sirkate binâen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader ve îcad-ı ilâhînin adâleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve îcad-ı İlâhî; mebde' ve müntehâ, asıl ve fer', illet ve neticeler itibariyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.Eğer denilse: "Mâdem cüz-i ihtiyarînin îcada kabiliyeti yok.Bir emr-i
Evet, Kur-an'ın dediği gibi: İnsan, seyyiatından tamamen mes'uldür. Çünki: Seyyiatı istiyen odur. Seyyiat tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder. -Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi.- Fakat, hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünki: Hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiyye ve îcad eden kudret-i Rabbâniyyedir. Sual ve cevap, dâî ve sebep, ikiside Hak'tandır. İnsan, yalnız dua ile, îman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur. Fakat seyyiatı istiyen, nefsi insâniyyedir (ya istidad ile, ya ihtiyar ile). Nasılki beyaz, güzel Güneşin ziyasından bâzı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiatı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile îcad eden yine Hak'tır. Demek; sebebiyet ve sual, nefisdendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakk'a ait olan halk ve îcad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır. İşte şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.Nasılki, pekçok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tenbel bir adam diyemez: "Yağmur rahmet değil." Evet halk ve îcadda bir şerr-i cüz-î ile beraber hayr-ı kesîr vardır. Bir şerr-i cüz-î için hayr-ı kesîri terketmek şerr-i kesîr olur. Onun için o şerr-i cüz-î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur. Belki, abdin kesbine ve istidadına aittir. Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de: İllet ve sebep îtibâriyle dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünki: Kader, hakikî illetlere bakar,adâlet eder. İnsanlar, zâhirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adâletinde zulme düşerler. Meselâ: Hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki; sen sârık değilsin. Fakat kader, o gizli katlin için mahkum edip adâlet etmiş, kimse bilmez, gizli bir katlin var. İşte, Kader-i ilâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Hâkim ise, sen ondan mâsum olduğun sirkate binâen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte şey-i vâhidde iki cihetle kader ve îcad-ı ilâhînin adâleti ve insan kesbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve îcad-ı İlâhî; mebde' ve müntehâ, asıl ve fer', illet ve neticeler itibariyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir.Eğer denilse: "Mâdem cüz-i ihtiyarînin îcada kabiliyeti yok.Bir emr-i
Ses Yok