Tılsımlar Mecmuası | Yirmialtıncı Söz Kader Risalesi | 84
(81-93)
olacak olan kader bahsi mânasızdır.Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyyedir.
İKİNCİ MEBHAS: Ehl-i ilme mahsus (Hâşiye), ince bir tedkik-i ilmîdir.
Eğer desen: "Kader ile cüz-i ihtiyarî, nasıl tevfik edilebilir?"
Elcevab: Yedi vecihle...
Birincisi: Elbette kâinatın intizam ve mîzan lisaniyle hikmet ve adâletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevab ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-i ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîm'in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-i ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delalet etmez.
İkincisi: Bizzarure herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder. O ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var: Vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte şu cüz-i ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Herşey, malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.
Üçüncüsü: Cüz-i ihtiyarî, kadere münafi değil. Belki kader, ihtiyarı te'yid eder. Çünki: Kader, ilm-i İlâhînin bir nev'idir. İlm-i İlâhî, ihtiyarımıza taallûk etmiş. Öyle ise, ihtiyarı te'yid ediyor, ibtal etmiyor.
Dördüncüsü: Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yâni, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa malûm ilme tâbi değil. Yâni, ilim desâtiri; malûmu, haricî vücud noktasında idare etmek için esas değil. Çünki: Malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder. Hem, ezel; mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki, ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine misâldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona ezel deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertib ile girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir. Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe, mazi sol tarafındaki mesafe müstakbel farzedilse; o âyine yalnız mukabilini tutar, sonra o iki tarafı bir tertip ile tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça o âyinenin
_________
(Hâşiye) Bu ikinci mebhas, en derin ve en müşkil bir sırr-ı kader mes'elesidir. Bütün ülema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mes'ele-i akaid-i kelâmiyyedir.Risale-i Nur tam halletmiş.
İKİNCİ MEBHAS: Ehl-i ilme mahsus (Hâşiye), ince bir tedkik-i ilmîdir.
Eğer desen: "Kader ile cüz-i ihtiyarî, nasıl tevfik edilebilir?"
Elcevab: Yedi vecihle...
Birincisi: Elbette kâinatın intizam ve mîzan lisaniyle hikmet ve adâletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevab ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-i ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîm'in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-i ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delalet etmez.
İkincisi: Bizzarure herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder. O ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var: Vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte şu cüz-i ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Herşey, malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.
Üçüncüsü: Cüz-i ihtiyarî, kadere münafi değil. Belki kader, ihtiyarı te'yid eder. Çünki: Kader, ilm-i İlâhînin bir nev'idir. İlm-i İlâhî, ihtiyarımıza taallûk etmiş. Öyle ise, ihtiyarı te'yid ediyor, ibtal etmiyor.
Dördüncüsü: Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yâni, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa malûm ilme tâbi değil. Yâni, ilim desâtiri; malûmu, haricî vücud noktasında idare etmek için esas değil. Çünki: Malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder. Hem, ezel; mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki, ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine misâldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona ezel deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertib ile girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir. Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe, mazi sol tarafındaki mesafe müstakbel farzedilse; o âyine yalnız mukabilini tutar, sonra o iki tarafı bir tertip ile tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça o âyinenin
_________
(Hâşiye) Bu ikinci mebhas, en derin ve en müşkil bir sırr-ı kader mes'elesidir. Bütün ülema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mes'ele-i akaid-i kelâmiyyedir.Risale-i Nur tam halletmiş.
Ses Yok