Tılsımlar Mecmuası | Yirmialtıncı Söz Kader Risalesi | 85
(81-93)
mukabil dairesi genişlenir.Gitgide, bütün iki taraf mesafeyi birden bir anda tutar. İşte, şu âyine şu vaziyette onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez. İşte kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadîsin tâbiriyle: "Manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihâta eder bir makam-ı âlâdadır." Biz ve muhakematımız, onun haricinde olamaz ki, mâzi mesafesinde bir âyine tarzında olsun.
Beşincisi: Kader, sebeble müsebbebe bir taallûku var. Yâni, şu müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. Öyle ise denilmesin ki: "Mâdem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-i ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var, atmasaydı yine ölecekti?
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevab: Çünki: Kader,onun ölmesini onun tüfeğiyle tâyin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farzetsen, o vakit kaderin adem-i taallûnu farzediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin! Ya Cebrî gibi; sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mu'tzile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul. " Cebrî der: "Atmasaydı yine ölecekti." Mu'tezile der: "Atmasaydı ölmeyecekti."
Altıncısı: (Hâşiye) Cüz-i ihtiyarînin üss-ül-esâsı olan meyelân, Matüridîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat eş'arî, ona; mevcud nazariyle baktığı için abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise, o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki illet-i tamme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı re'ftsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhaniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise; o anda onu terkedebilir. Kur'an ona o anda diyebilir ki: "Şu şerdir, yapma." Evet, eğer abd, hâlik-ı ef'ali bulunsaydı ve îcada ikidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref'olurdu. Çünki: İlm-i usul ve hikmette
مَا لَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki: "Bir şey vâcib olmazsa, vücuda gelmez. " Yâni, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise; malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. o vakit ihtiyar kalmaz.
_________
(Hâşiye) Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattır.
Ses Yok