Tılsımlar Mecmuası | Yirmialtıncı Söz Kader Risalesi | 83
(81-93)
itibarî hükmünde olan kesbden başka insanın elinde birşey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'da, Hâlik-ı Semâvat ve arza karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Hâlik-ı arz ve semâvat, ondan azim şikâyetler ediyor. O âsî insana karşı abd-i mü'mine yardım için kendini ve melâikesini tahşid ediyor.Ona azîm bir ehemmiyet veriyor."
Elcevab: Çünki küfür ve isyan seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki azim tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i îtibarîye ve ademîye terettüb edebilir. Nasılki, bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasiyle, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri ibtal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüb ediyor. Öyle de: Küfür ve mâsiyet, adem ve tahrib nev'inden olduğu için, cüz-i ihtiyarî bir emr-i îtibarî ile onları tahrik edip müdhiş netâice sebebiyet verebilir. Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i Vahdâniyyeti gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyat-ı Esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcûdat ve Esmâ-i İlâhiyye nâmına Cenâb-ı Hak, kâfirden şedid şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adâlettir. Mâdem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir hizmetle çok işleri yapar. O'nun için ehl-i îman, onlara karşı Cenâb-ı Hakk'ın inâyet-i azîmine muhtaçtır. Çünki: On kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tâmiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun, o haneye ateş vermeye çalışasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü'minlerin de, böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenâb-ı Hakk'ın çok inâyâtına muhtaçtırlar.
Elhasıl: Eğer kader ve cüz-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemâl-i îman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenâb-ı Hakk'a verir, O'nun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz-i ihtiyarîden bahsetsin. Çünki: Madem nefsini ve herşey'i Cenab-ı Hakk'tan bilir, o vakit cüz-i ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhte eder. Seyyiata merciiyyeti kabûl edip, Rabbini takdis eder. Daire-i ubûdiyyette kalıp, teklif-i İlâhiyyeyi zimmetine alır. Hem, kendinden südur eden kemâlât ve hasenat ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder. Eğer kader ve cüz-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünki: Nefs-i emmaresi, gaflet veya dalâlet saikasiyle kâinatı esbaba verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir. Mes'uliyeti ve kusuru kadere hvale eder. O vakit, nihayette Cenâb-ı Hakk'a verilecek olan cüz-i ihiyarî ve en nihayette medar-ı nazar
Elcevab: Çünki küfür ve isyan seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki azim tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i îtibarîye ve ademîye terettüb edebilir. Nasılki, bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasiyle, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri ibtal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüb ediyor. Öyle de: Küfür ve mâsiyet, adem ve tahrib nev'inden olduğu için, cüz-i ihtiyarî bir emr-i îtibarî ile onları tahrik edip müdhiş netâice sebebiyet verebilir. Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i Vahdâniyyeti gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyat-ı Esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcûdat ve Esmâ-i İlâhiyye nâmına Cenâb-ı Hak, kâfirden şedid şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adâlettir. Mâdem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir hizmetle çok işleri yapar. O'nun için ehl-i îman, onlara karşı Cenâb-ı Hakk'ın inâyet-i azîmine muhtaçtır. Çünki: On kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tâmiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun, o haneye ateş vermeye çalışasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü'minlerin de, böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenâb-ı Hakk'ın çok inâyâtına muhtaçtırlar.
Elhasıl: Eğer kader ve cüz-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemâl-i îman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenâb-ı Hakk'a verir, O'nun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz-i ihtiyarîden bahsetsin. Çünki: Madem nefsini ve herşey'i Cenab-ı Hakk'tan bilir, o vakit cüz-i ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhte eder. Seyyiata merciiyyeti kabûl edip, Rabbini takdis eder. Daire-i ubûdiyyette kalıp, teklif-i İlâhiyyeyi zimmetine alır. Hem, kendinden südur eden kemâlât ve hasenat ile gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder. Eğer kader ve cüz-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünki: Nefs-i emmaresi, gaflet veya dalâlet saikasiyle kâinatı esbaba verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir. Mes'uliyeti ve kusuru kadere hvale eder. O vakit, nihayette Cenâb-ı Hakk'a verilecek olan cüz-i ihiyarî ve en nihayette medar-ı nazar
Ses Yok