Tılsımlar Mecmuası | Yirmiyedinci Söz'ün Zeyli Sahabeler Hakkındadır | 96
(94-102)
İslâmîde hayır ve hak bütün güzelliğiyle, şer ve bâtıl bütün çirkinliğiyle görülmüş ve maddeten hissedilmiş. Şer ve hayır ortasında öyle bir ayrılık ve kizb ve sıdk mâbeyninde öyle bir mesâfe açılmıştı ki, küfür ve îman kadar, belki Cehennem ve Cennet kadar beynleri uzaklaştı. Kizb ve şer ve bâtılın dellâlı ve nümunesi olan Müseylime-i Kezzab ve maskaraca kelimeleri olduğundan, fıtraten hissiyat-ı ulviyye sahibi ve maâlî-i ahlâka meftun ve izzet ve mübahata meyyal olan sahabeler, elbette ihtiyarlariyle, kizb ve şerre ellerini uzatıp, Müseylime derekesine düşmemişler. Sıdk ve hayr ve hakkın dellâlı ve nümunesi olan Habibullah'ın (A.S.M.) A'lâ-yı İlliyyîn-i kemalâtındaki makamına bakarak, bütün kuvvet ve himmetleriyle, o tarafa koşmak mukteza-yı seciyeleridir. Meselâ: Nasılki, zaman oluyor; medeniyet-i beşeriyye çarşısında ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyye dükkânında, bâzı şeylerin verdiği müdhiş neticeleri ve çirkin eserleri zehr-i katil gibi, herkes onu satın almak değil, bütün kuvvetiyle ondan nefret edip kaçar ve bâzı şeylerin ve mânevî metâların verdikleri güzel neticeler ve kıymetdar eserler, bir tiryak-ı nâfi' ve bir pırlanta gibi, herkesin nazar-ı rağbetini kendine celbeder. Herkes, elinden geldiği kadar onları satın almaya çalışır. Öyle de, Asr-ı Saadette hayat-ı içtimaiye-i insaniyyenin çarşısında, kizb ve şer ve küfür gibi maddeler, şekavet-i ebediye gibi neticeleri ve Müseylime-i Kezzab gibi süflî maskaraları tevlid ettiğinden, secaya-yı âliye ve hubb-u maâlîye meftun olan sahabelerin, zehr-i katilden kaçar gibi ondan kaçmaları ve nefret etmeleri bedihîdir. Ve saadet-i ebediyye gibi netice veren ve Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm gibi nurânî meyveler gösteren sıdk ve hakka ve îmana en nâfi' bir tiryak, en kıymetdar bir elmas gibi, o fıtratları sâfiye ve seciyeleri sâmiye olan sahabeler, bütün kuvvetleriyle ve hissiyat ve letâifleriyle, onlara müşteri ve müştak olması zarurîdir. Halbuki, o zamandan sonra, git gide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala, omuz-omuza geldi. Bir dükkânda, ikisi beraber satılmağa başladığı gibi, ahlâk-ı içtimâiyye bozuldu. Propoganda-i siyaset, yalana fazla revaç verdi. Yalanın müdhiş çirkinliği gizlenip, doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladığın zamanda, kimin haddi var ki, sahabenin adalet ve sıdk ve ulviyyet ve hakkaniyyet hususundaki kuvvetlerine, metanetlerine, takvalarına yetişebilsin veya derecelerinden geçsin. Geçen mes'eleyi bir derece tenvir edecek, başıma gelmiş bir halimi beyan ediyorum. Şöyle ki:
Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zâtlar sahabelere yetişemiyorlar? Sonra namaz içinde سُبْحَانَ رَبِىَ الاَعْلَى derken, şu kelimenin mânası inkişaf et.
Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zâtlar sahabelere yetişemiyorlar? Sonra namaz içinde سُبْحَانَ رَبِىَ الاَعْلَى derken, şu kelimenin mânası inkişaf et.
Ses Yok