Tılsımlar Mecmuası | Yirmiyedinci Söz'ün Zeyli Sahabeler Hakkındadır | 97
(94-102)
Tam mânasiyle değil, fakat bir parça hakikatı göründü. Kalben dedim: Keşki, birtek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi.Namazdan sonra anladım ki, o hâtıra ve o hal, sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır. Evet Kur'an-ı Hakîm'in envariyle hasıl olan o inkılâb-ı azîm-i içtimaîde, ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken; şerler bütün tevâbiiyle, zulümatiyle ve teferruatiyle ve hayır ve kemâlât bütün envâriyle ve netaiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette ve müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün mânasının tabakatını turfanda ve taravetli ve tâze ve genç bir surette ifade ettiği gibi; o inkılâb-ı azîm'in tarrakası altında olan insanların bütün hissiyatını, letâif-i mâneviyyesini uyandırmış; hattâ, vehim ve hayâl ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddid mânaları kendi zevklerine göre alır.. emer. İşte, şu hikmete binâen bütün hissiyatları uyanık ve letâifleri hüşyar olan sahabeler, envâr-ı îmâniyye ve tesbihiyyeyi câmi' olan kelimat-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânasiyle söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı. Halbuki, o infilâk ve inkılâbdan sonra, gitgide letâif uykuya ve havas hakaik noktasında gaflete düşüp, o kelimat-ı mübareke , meyveler gibi gitgide , ülfet perdesiyle letâfetini ve taravetini kaybeder. Âdeta, sathîlik havasiyle kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki; kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iade edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.
Üçüncü Sebeb: Onikinci ve Yirmidördüncü ve Yirmibeşinci Sözlerde isbat edildiği gibi, nübüvvetin velâyete nisbeti, Güneşin ayn-ı zâtiyle, âyinelerde görünen Güneşin misali gibidir. İşte dâire-i nübüvvet, daire-i velâyetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan sahabeler dahi, daire-i velâyetteki sulehâya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ velâyet-i kübrâ olan veraset-i Nübüvvet ve sıddîkıyyet ki, sahabelerin velâyetidir; bir veli kazansa, yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez. Şu Üçüncü sebebin müteaddit vücuhundan üç vechini beyan ederiz.
Birinci Vecih: İçtihadda, yâni istinbat-ı ahkâmda,Yâni Cenâb-ı Hakk'ın marziyyâtını kelâmından anlamakta, sahabelere yetişilmez. Çünki: O zamandaki o büyük inkılâb-ı İlâhî, marziyyât-ı Rabbâniyyeyi ve ahkâm-ı İlâhiyyeyi anlamak üzere dönerdi. Bütün ezhan, istinbat-ı ahkâma müteveccih idi. Bütün kalbler, "Rabbimizin bizden istediği nedir! diye merak ederdi. Ahval-i zaman, bu hâli işmam ve ihsas edecek bir tarzda cereyan ediyordu. Muhaverat, bu mânaları tazammun ederek vuku buluyordu
Üçüncü Sebeb: Onikinci ve Yirmidördüncü ve Yirmibeşinci Sözlerde isbat edildiği gibi, nübüvvetin velâyete nisbeti, Güneşin ayn-ı zâtiyle, âyinelerde görünen Güneşin misali gibidir. İşte dâire-i nübüvvet, daire-i velâyetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan sahabeler dahi, daire-i velâyetteki sulehâya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ velâyet-i kübrâ olan veraset-i Nübüvvet ve sıddîkıyyet ki, sahabelerin velâyetidir; bir veli kazansa, yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez. Şu Üçüncü sebebin müteaddit vücuhundan üç vechini beyan ederiz.
Birinci Vecih: İçtihadda, yâni istinbat-ı ahkâmda,Yâni Cenâb-ı Hakk'ın marziyyâtını kelâmından anlamakta, sahabelere yetişilmez. Çünki: O zamandaki o büyük inkılâb-ı İlâhî, marziyyât-ı Rabbâniyyeyi ve ahkâm-ı İlâhiyyeyi anlamak üzere dönerdi. Bütün ezhan, istinbat-ı ahkâma müteveccih idi. Bütün kalbler, "Rabbimizin bizden istediği nedir! diye merak ederdi. Ahval-i zaman, bu hâli işmam ve ihsas edecek bir tarzda cereyan ediyordu. Muhaverat, bu mânaları tazammun ederek vuku buluyordu
Ses Yok