Tılsımlar Mecmuası | Yirmi Sekizinci Sözün İkinci Suâlinin Cevabındaki | 141
(135-143)
İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, El-iyâzü-billâh kalbinden Onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki, hiçbir kemalâtın yeri, ruhunda kalamaz. Hattâ rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bbütün menziller ve lâtifeler, karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şey'i kazanıp ünsiyet edebilirsin! Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tâmir edersin! Halbuki; ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalât-ü Vesselâm'ın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bâzı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Mûsa ve İsâ Aleyhimesselâm'a bir nevi îmanları ve Hâlıklarına bir çeşit îtikadları kalabilir.
Ey nefsi emmâre! Eğer desen: "Ben ecnebi değil, hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiştim: Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokadiyle senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise elemsiz güzel bir lezzet alır, zevkeder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem: كَالاَْنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ sille-i te'dîbini gör."
Beşinci Meyve: Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi' ve umuma bakar ve umumun cihet-ül vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete , fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekaya, halktan Hakk'a, kesreten vahdete, müntehadan mebde'e çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde' ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir. Nasılki tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki ziruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zâyi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki, çekirdek, bütün ağacın cihet-ül vahdetini tutmakla beraber ağacın bekasına ve hakikatının devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-ı külliyye-i dâimeye, bir ömrü bâki içinde mazhar oluyor.
Öyle de: İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini îdam eder. Eğer lisan-ı Kur'andan kalb kulağıyla îman derslerini işitip başını
Ses Yok