Tılsımlar Mecmuası | Yirmi Sekizinci Sözün İkinci Suâlinin Cevabındaki | 139
(135-143)
قُلْ بِفَضْلِ اللهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَالْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Eğer desen: "Şu küllî hadsiz ni'metlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz'î şükrümle mukabele edebilirim?"Elcevab: Küllî bir niyyetle, hadsiz bir îtikad ile... Meselâ: Nasılki, bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile,bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım." Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünki: Sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim." İşte hiç ihtiyacı olmıyan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçârenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabûl eder.
Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında (Ettehıyyâtü lillâh) der. Yani bütün mahlûkatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyyetlerini, ben kendi hesabıma, umumumu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem,sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyyet ve îtikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.
Hem meselâ: Kavun, kalbinde, nüveler suretinde bin niyyet eder ki, "Yâ Hâlikım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim. " Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyyetlerini bilfiil ibâdet gibi kabûl eder. "Mü'minin niyyeti, amelinden hayırlıdır." Şu sırra işaret eder. Hem: سُبْحَانَكَ وَ بِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَ رِضَاءَ نَفْسِكَ وَ زِنَةِ عَرْشِكَ وَ مِدَادِ كَلِمَاتِكَ وَ نُسَبِّحُكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ اَنْبِيَائِكَ وَ اَوْلِيَائِكَ وَ مَلٰئِكَتِكَ
gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır. Hem nasıl, bir zâbit, bütün neferatının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de: Mahlûkata zâbitlik eden; ve hayvanat ve nebatâta kumandanlık yapan; ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kâbil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insan, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّكَ نَسْتَعِينُ der. Bütün halkın ibadetlerin ve istiânelerini, kendi nâmına Mâbud-u Zülcelâl'e takdim eder. Hem:
Ses Yok