Tılsımlar Mecmuası | Yirmi Sekizinci Sözün İkinci Suâlinin Cevabındaki | 137
(135-143)
sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır. Onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteelim olabilir.Halbuki, şu herc ü merc âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından bîçâre kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle,o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır, yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis!Aklın varsa, bütün o muhabbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyâyı O'nun nâmiyle ve O'nun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarfedilmemek gerektir.Yoksa, muhabbet, en leziz bir ni'met iken, en elim bir nıkmet olur.
Bir cihet kaldı ki, en mühimmi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud ve mahbub yapıyorsun. Herşey'i nefsine feda ediyorsun. Âdeta bir nevi Rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattir, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç sözde kat'î isbat etmişiz ki, asıl mahiyetin; kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet îtibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelâl'in Kemal, Cemal, Kudret ve Rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin veyahut acımalısın veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen, çünki: Senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir. Sen de, lezet ve menfaatin zevkine meftunsun. O zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-ı nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma.Çünki: O, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acık ile iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, btün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifa' ettiğin ve saadetleriyle mes'ud olduğun mevcudatın ve bütün kâinatın menfaatleri, ni'metleri, iltifatına tâbi bir mahbub-u Ezelî'yi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem Kemâl-i Mutlak'ın Muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, O'nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyyedir ki, sen sû-i istimal edip kendi zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, Hüve'yi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O'nun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen sû-i istimal etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünki: Yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ı
Bir cihet kaldı ki, en mühimmi de odur ki, ey nefis! Sen, muhabbetini kendi nefsine sarfediyorsun. Sen, kendi nefsini kendine mâbud ve mahbub yapıyorsun. Herşey'i nefsine feda ediyorsun. Âdeta bir nevi Rubûbiyet veriyorsun. Halbuki, muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zâtında sevilir. Yahut menfaattir, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebeb tahtında muhabbet edilir. Şimdi ey nefis! Birkaç sözde kat'î isbat etmişiz ki, asıl mahiyetin; kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet îtibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelâl'in Kemal, Cemal, Kudret ve Rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek ey nefis! Nefsine muhabbet değil, belki adâvet etmelisin veyahut acımalısın veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen, çünki: Senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir. Sen de, lezet ve menfaatin zevkine meftunsun. O zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-ı nefsiyeyi, nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma.Çünki: O, bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acık ile iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, btün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intifa' ettiğin ve saadetleriyle mes'ud olduğun mevcudatın ve bütün kâinatın menfaatleri, ni'metleri, iltifatına tâbi bir mahbub-u Ezelî'yi sevmekliğin lâzımdır. Tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın. Hem Kemâl-i Mutlak'ın Muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zâten sana, sende senin nefsine olan şedid muhabbetin, O'nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyyedir ki, sen sû-i istimal edip kendi zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, Hüve'yi göster ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, O'nun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir. Sen sû-i istimal etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünki: Yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ı
Ses Yok