Ey zevk ve lezzete mübtelâ insân! Ben yetmişbeş yaşımda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynel-yakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız îmandadır ve îman hakîkatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.
Ey hapis musibetine düşen bîçareler! Mâdem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız; âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyyeniz gülsün, tatlılaşsın, hapisten istifâde ediniz. Nasıl bâzan ağır şerait altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. Öyle de, sizin bu ağır şerait altında herbir saat ibâdet zahmeti; çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hapis musibetine düşenlere ve onlara merhametkârane, sadâkatla, hariçten gelen erzaklarına nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselliyi “Üç Nokta”da beyân edeceğim.
Birinci Nokta: Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibâdet kazandırabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâki saatlere çevirebilir ve beş-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olabilir. İşte ehl-i îman için bu pek büyük ve çok kıymetdar kazanç şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek ve sabır içinde şükretmektir. Zâten hapis çok günahlara mânidir, meydan vermiyor.
İkinci Nokta: Zeval-i lezzet elem olduğu gibi, zeval-i elem dahi lezzettir. Evet herkes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşünse; teessüf ve tahassür elem-i ma’nevîsini hissedip “Eyvah!” der ve geçmiş musibetli, elemli günlerini tahattur etse; zevalinden bir ma’nevî lezzet hisseder ki: “Elhamdülillâh şükür, o bela sevabını bıraktı gitti” der. Ferah ile teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, ruhta bir ma’nevî lezzet bırakır ve lezzetli saat, bilakis elem bırakır.