İkinci Temsil: Meselâ; cesîm bir sefine-i Sultaniyyede, âdi bir adam cüz’î vazifesini terketmesiyle, bütün gemideki vazifedârların netâic-i hidematına halel getirdiğinden ve bâzı da mahvettiğinden, bütün o vazifedârlar nâmına gemi sahibi ondan şedid şikâyet eder. Kusur sahibi ise, diyemez ki: “Ben bir âdi adamım, ehemmiyetsiz ihmalimden şu şiddete müstehak değildim.” Çünki tek bir adem, hadsiz ademleri intâc eder. Fakat vücûd kendine göre semere verir.
Çünki bir şeyin vücûdu, bütün şerâit ve esbâbın vücûduna mütevakkıf olduğu halde; o şeyin ademi, intifası, tek bir şartın intifâsıyla ve tek bir cüz’ün ademiyle netice itibariyle mün’adim olur. Bundandır ki: “Tahrib, tamirden pek çok defa eshel olduğu” bir düstur-u müteârife hükmüne geçmiştir. Mâdem küfür ve dâlâlet, tuğyan ve ma’siyet esasları, inkârdır ve reddir, terktir ve adem-i kabûldür. Sûret-i zâhiriyyede ne kadar müsbet ve vücûdlu görünse de, hakîkatta intifadır, ademdir. Öyle ise cinâyet-i sâriyedir. Sâir mevcûdâtın netâic-i amellerine halel verdiği gibi Esmâ-i İlâhiyyenin cilve-i cemâllerine perde çeker.
İşte bu hadsiz şikâyete hakları olan mevcûdat nâmına o mevcûdatın sultanı, şu âsi beşerden azîm şikâyet eder ve etmesi, ayn-ı hikmettir. Ve o âsi, şiddetli tehdidata elbette müstehaktır ve dehşetli vaîdlere, bilâşüphe sezâdır.