Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar. İşte bak gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cem’iyyet-i azîmenin bir reisi var. Gel daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız. İşte bak ne kadar parlak ve binden (Hâşiye-20) ziyâde nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu onbeş gün zarfında, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim. Sen de benden öğren. Bak, o zât, şu memleketin mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. O sultan-ı zîşan, beni sizlere gönderdi söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zât o pâdişahın bir memur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar, belki hârikulâde sûretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünki, uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insânlar dinliyor, belki hayvanlar da hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde mühim lâmba, (Hâşiye-21) onun işaretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek, bu memleket bütün mevcûdâtıyla Onun memuriyetini tanıyor. Onu “gaybî bir zât-ı mu’ciz-nümânın en has ve doğru bir tercümanıdır, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşâfı ve evâmirinin tebliğine emin bir elçisi” olduğunu biliyor gibi, Onu dinleyip itaat ediyorlar. İşte bu Zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar: “Evet, evet doğrudur” derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası, (Hâşiye-22) O Zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle: “Evet, evet, her dediğin doğrudur” derler.
Hâşiye-20: Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine baliğ olan mu’cizât-ı Ahmediyyedir (A.S.M.).
Hâşiye-21: Mühim lâmba, Kamerdir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yâni: Mevlânâ Câmî’nin dediği gibi; “Hiç yazı yazmayan o ümmî zât, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış.” Yâni; şaktan evvel, kırk olan mime benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nuna benzedi.
Hâşiye-22: Büyük bir nur lâmbası, Güneş’tir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden Güneş’in görünmesi, kucağında Peygamber’in (A.S.M.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (R.A.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.