Üçüncü Pencere: Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtatın neşv ü nemasına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtatın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanatın nutfeleri gibi ayrı ayrı şeyler değil, nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellid-ül mâ, müvellid-ül humuzadan mürekkeb, mâhiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle sırf ma’nevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte o tohumları nöbetle o kaseye koysak, herbiri hârika cihazâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın. Eğer o zerreler herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye (ona) lâyık vücûdu ve vücûdun levazımatını vermeye kadir ve kudretine nisbeten herşey kemâl-i sühuletle musahhar olan bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedârı olmazlarsa, o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedârların adedince ma’nevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazâtları ve eşkalleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcûdât-ı muhtelifeye menşe’ olabilsin. Veya bütün o mevcûdâta muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır. Tâ bütün onların teşkilatına medâr olsun. Demek Cenâb-ı Hak’tan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabûl edilmesi lâzım gelir. Bu ise bin defa muhal içinde muhal bir hurâfedir. Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o pâdişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şâhı esir edebilir. Öyle de; Ezel ve Ebed Sultanı’nın emriyle, bir sinek bir Nemrud’u yere serer, bir karınca bir Firavun’un sarayını harab eder, yere atar. Bir incir çekirdeği, bir incir ağacını yüklenir.
Hem herbir zerrede, Vücûb ve Vahdet-i Sâni’a iki şahid-i sadık daha var. Birisi; herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor ve cümûdiyyeti ile beraber bir şuur-u küllî gösteren intizâmperverâne nizâm-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlak’ın vücûb-u vücûduna ve nizâm-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.
Evet herbir zîhayatta; biri Ehadiyyet sikkesi, diğeri Samediyyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat ekser kâinatta cilveleri görünen Esmâyı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Âdeta bir nokta-i mihrâkiye hükmünde, Hayy-ı Kayyum’un tecelli-i ism-i âzamını gösteriyor.