İşte Ehadiyyet-i Zâtîyyeyi, Muhyî perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden, bir sikke-i Ehadiyyeti taşıyor. Hem o zîhayat, bu kâinatın bir misâl-i musağğarı ve şecere-i hilkatın bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyâcâtını birden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, Samediyyet turrasını gösteriyor. Yâni o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki; ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var. Bütün eşya, O’nun bir teveccühünün yerini tutamaz.
Hem o hal gösteriyor ki: Onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmez. İşte Samediyyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası...
Demek herbir zîhayatta; bir Sikke-i Ehadiyyet, bir Turra-i Samediyyet vardır. Evet herbir zîhayat, hayat lisanıyla
okuyor. Bu iki sikkeden başka, birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.
Mâdem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcib-ül Vücûd’un vahdâniyyetine açıyor, zerreden tâ Şemse kadar tabakat-ı mevcûdât, Zât-ı Zülcelâl’in envar-ı mârifetini ne sûretle neşrettiğini kıyas edebilirsin.
İşte mârifetullahta terakkiyat-ı ma’nevîyyenin derecatını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et.
BEŞİNCİ LEM’A: Nasılki bir kitab eğer yazma ve mektub olsa, onun yazmasına bir kalem kâfidir. Eğer basma ve matbu olsa, o kitabın hurufatı adedince kalemler, yâni demir harfler lâzımdır. Tâ o kitab tab’edilip vücûd bulsun. Eğer o kitabın bâzı harflerinde gayet ince bir hat ile o kitabın ekseri yazılmış ise -Sûre-i Yâsin, lâfz-ı Yâsin’de yazıldığı gibi- o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzım, tâ tab’edilsin. Aynen öyle de: Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyyet’in mektubu desen, vücûb derecesinde bir sühulet ve lüzum derecesinde bir makuliyyet yoluna gidersin.