O kemâl-i ef’al ise, bilbedâhe o Fâil-i Zülcelâl’in kemâl-i Esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esmâ ise, bizzarure o esmânın müsemma-i zülcemâlinin kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i sıfat ise, bilyakîn o mevsuf-u Zül-kemâlin kemâl-i şuununa delâlet ve şehâdet eder. O kemâl-i şuun ise, bihakkalyakîn o zîşuunun kemâl-i zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün enva’-ı kemâlât, O’nun kemâline nisbeten sönük bir zıll-ı zaîf sûretinde bir Zât-ı Zülkemâl’in âyât-ı kemâli ve rumuz-u celâli ve işarat-ı cemâli olduğunu gösterir.
GÜNEŞLER KUVVETİNDE ONBİRİNCİ LEM’A: Ondokuzuncu Söz’de târif edilen ve kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı ve o Kur’an-ı Kebirdeki ism-i azâmı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o sarây-ı âlemin güneşi ve Âlem-i İslâmın bedr-i münevveri ve Rubûbiyyet-i İlâhiyyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşaf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiyayı sayesi altına alan Risâlet cenahı ve bütün Âlem-i İslâmı himayesine alan İslâmiyet cenahlarıyla hakikatın tabakatında uçan ve bütün Enbiya ve mürselîni, bütün Evliya ve sıddıkîni ve bütün Asfiya ve Muhakkikîni arkasına alıp bütün kuvvetiyle vahdâniyyeti gösterip, Arş-ı Ehadiyyete yol açıp gösterdiği îman-ı billâh ve isbat ettiği Vahdâniyyet-i İlâhiyyeyi hiç vehim ve şüphenin haddi var mı ki, kapatabilsin ve perde olabilsin! Mâdem Ondokuzuncu Söz’de ve Ondokuzuncu Mektub’da o bürhân-ı katıın âb-ul hayat-ı mârifetinden Ondört Reşha ve Ondokuz İşarat ile, o zât-ı mu’ciz-nümânın enva’-ı mu’cizâtıyla beraber, icmâlen bir derece târif ve beyân etmişiz. Şurada şu işaret ile iktifa edip, o vahdâniyyetin bürhân-ı katıını tezkiye eden ve sıdkına şehadet eden esasâta işaret sûretinde bir salavat-ı şerife ile hatmederiz.