Meselâ; güzelliğin bütün merâtibini farkeden insân gözü ve taamların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insânın zâika-i lisaniyyesi ve hakaikın bütün inceliklerine nüfuz eden insânın aklı ve kemâlâtın bütün enva’ına müştak insânın kalbi gibi sâir cihazları, âletleri nerede? Hayvanın pek basit yalnız bir-iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki; hayvan, kendine has bir amelde (münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus) ziyâde inkişaf eder. Fakat o inkişaf, hususîdir.
İnsânın cihazât cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insânın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir. Ve ihtiyâcâtın kesreti sebebiyle çok çeşit çeşit hissiyat peyda olmuştur. Ve hassasiyeti çok tenevvü etmiş. Ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makasıda müteveccih arzulara medâr olmuş ve pek çok vazife-i fıtriyyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihazâtı ziyâde inbisat peyda etmiştir. Ve ibâdâtın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemâlâtın tohumlarına câmi’ bir istidad verilmiştir. İşte şu derece cihazâtça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz muvakkat şu hayat-ı dünyeviyyenin tahsili için verilmemiştir. Belki şöyle bir insânın vazife-i asliyyesi, nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet sûretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcûdâtın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve ni’metler içinde imdadat-ı Rahmâniyyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyyenin mu’cizâtını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.
Ey dünya-perest ve hayat-ı dünyeviyyeye âşık ve sırr-ı ahsen-i takvimden gafil insân! Şu hayat-ı dünyeviyyenin hakikatını bir vâkıâ-i hayâliyyede Eski Said görmüş. Onu Yeni Said’e döndürmüş olan şu vâkıâ-i temsiliyyeyi dinle:
Gördüm ki, ben bir yolcuyum. Uzun bir yola gidiyorum. Yâni gönderiliyorum. Seyyidim olan zât, bana tahsis ettiği altmış altından tedricen birer miktar para veriyordu. Ben de sarfedip pek eğlenceli bir hana geldim. O handa bir gece içinde on altını kumara mumara, eğlencelere ve şöhret-perestlik yoluna sarfettim. Sabahleyin elimde hiç bir para kalmadı. Bir ticaret edemedim. Gideceğim yer için bir mal alamadım. Yalnız o paradan bana kalan elemler, günahlar ve eğlencelerden gelen yaralar, bereler, kederler benim elimde kalmıştı. Birden ben o hazîn hâlette iken orada bir adam peyda oldu. Bana dedi: “Bütün bütün sermayeni zayi’ ettin. Tokata da müstehak oldun. Gideceğin yere de müflis olarak elin boş gideceksin. Fakat aklın varsa, tevbe kapısı açıktır. Bundan sonra sana verilecek bâki kalan on beş altından her eline geçtikçe yarısını ihtiyaten muhafaza et.