O tünel ise, hayat-ı dünyeviyyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezaiz-i nâmeşruadır ve lehviyat-ı muharremedir ki; mülâkat esnasında tasavvur-u zevaldeki elem, kalbi kanatıyor. Müfarakatında parçalıyor. Cezayı dahi çektiriyor. Şimendifer hademesi demişti: “Beş kuruş ver, onlardan istediğin kadar vereceğim.” Onun tâbiri şudur ki: İnsanın helâl sa’yiyle meşrû dairede gördüğü zevkler, lezzetler, keyfine kâfidir. Harama girmeye ihtiyâc bırakmaz. Sâir kısımları sen tâbir edebilirsin...
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: İnsan şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer. Za’fında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünki o za’fın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcûdât ona musahhar olmuş. Eğer insân za’fını anlayıp, kâlen, hâlen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese; o teshirin şükrünü edâ ile beraber matlubuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun öşr-i mi’şârına muvaffak olamaz. Yalnız bâzı vakit lisan-ı hal duasıyla hasıl olan bir matlûbunu yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Meselâ: Tavuğun yavrusunun za’fındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte cây-i dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temaşa bir cilve-i rahmet...
Nasılki nazdar bir çocuk ağlâmasıyla, ya istemesiyle, ya hazîn haliyle matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki; o matlublardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez.
Demek za’f ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ittiham etmek sûretiyle ahmakane bir gurur ile “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum” dese, elbette bir tokat yiyecektir. İşte insân dahi Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı ni’met sûretinde Kârun gibi:
yâni: “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım” dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder. Demek şu meşhud saltanat-ı insânîyyet ve terakkiyat-ı beşeriyye ve kemâlât-ı medeniyyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona onun za’fı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muâvenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyâcı için ona ikram edilmiş.