On Birinci Asıl: Nasıl Kur’an-ı Hakîm’in müteşabihatı var; te’vile muhtaçtır veyahut mutlak teslim istiyor. Ehadîsin de Kur’anın müteşâbihâtı gibi müşkilatı vardır. Bâzan çok dikkatli tefsire ve tâbire muhtaçtır. Geçmiş misâllerle iktifâ edebilirsiniz.
Evet nasılki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rü’yasını tâbir eder. Öyle de: Bâzan uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor, fakat kendi âlem-i menamına tatbik eder bir tarzda mânâ veriyor, tâbir ediyor. Öyle de: Ey gaflet ve felsefe uykusu içinde tenvim edilen insafsız adam!. Sırr-ı
Ve
hükmüne mazhar ve hakikî hüşyar ve yakzan olan Zâtın gördüğünü sen kendi rü’yanda inkâr değil, tâbir et. Evet uykuda bir adamı bir sinek ısırsa, müdhiş bir harbde yaralar alır gibi bir hakîkat-ı nevmiyye bâzan telâkki eder. Ondan sorulsa, “Hakîkaten ben yaralandım. Bana top, tüfek atıldı.” diyecek. Yanında oturanlar onun uykusundaki ızdırabına gülüyorlar. İşte bu nevm-âlûd nazar-ı gaflet ve fikr-i felsefe, elbette hakaik-i Nübüvvete mihenk olamazlar.
Onikinci Asıl: Nazar-ı Nübüvvet ve tevhid ve îman; vahdete, âhirete, Ulûhiyyete baktığı için, hakaikı ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı; kesrete, esbaba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır. Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı, ehl-i Usûl-üd Din ve ulemâ-i İlm-i Kelâm’ın makasıdı içinde görünmeyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir.
İşte onun içindir ki, mevcûdâtın tafsîl-i mâhiyetinde ve ince ahvâl-lerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmişler. Fakat hakikî hikmet olan Ulûm-u Âliyye-i İlâhiyye ve Uhreviyyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü’minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkikîn-i İslâmiyyeyi, hükemâlara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, Veraset-i Nübüvvet ile makasıd-ı âliyye-i kudsiyyeye yetişenlere yetişebilsinler.
Hem bir şey iki nazar ile bakıldığı vakit, iki muhtelif hakîkatı gösteriyor. İkisi de hakîkat olabilir. Fennin hiçbir hakîkat-ı kat’iyyesi, Kur’anın hakaik-i kudsiyyesine ilişemez. Fennin kısa eli, onun münezzeh ve muallâ damenine erişemez. Nümûne olarak bir misâl zikrederiz: