İşte bunun gibi, mevcûdâtın her tarafından, kâinatın her köşesinden sorduk: Birinci Mevkıf’ta gösterildiği gibi, zerrattan yıldızlara kadar ve İkinci Mevkıf’ta görüldüğü gibi; hilkat-ı semâvat ve arzdan, tâ sîmâlardaki teşahhusata kadar hangi şeyden soruldu ise, lisan-ı hal ile vahdâniyyete şehadet ve sikke-i tevhidi gösterdi. Sen de gördün... Öyle ise; kâinatın mevcûdâtında bir emâre yok ki, bir şirk ihtimali ona bina edilsin. Demek, dâva-yı şirk, sırf tahakkümî ve mânâsız söz ve dâva-yı mücerred olduğundan; şirki iddia etmek, mahz-ı cehâlet, ayn-ı belâhettir.
İşte ehl-i dalaletin vekili, buna karşı diyeceği kalmıyor. Yalnız diyor ki: “Şirke emâre, kâinattaki tertib-i esbabdır. Herşeyin bir sebeble bağlı olduğudur. Demek esbabın hakikî tesirleri vardır. Tesirleri varsa, şerik olabilirler?”
ELCEVAB: Meşiet ve hikmet-i İlâhiyyenin muktezasıyla ve çok Esmânın tezahür etmek istemesiyle; müsebbebat, esbaba rabtedilmiş. Herbir şey, bir sebeble bağlanmış. Fakat çok yerlerde ve müteaddid Sözlerde kat’î isbat etmişiz ki: “Esbabda hakikî tesir-i icadî yok.” Şimdi yalnız bu kadar deriz ki: Esbab içinde, bilbedâhe en eşrefi ve ihtiyarı en geniş ve tasarrufatı en vasi’, insândır. İnsânın dahi en zâhir ef’al-i ihtiyariyyesi içinde en zâhiri; ekl ve kelâm ve fikirdir. Yâni: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek, söylemek, düşünmek ise gayet muntâzam, acib, hikmetli birer silsiledir. O silsilenin yüz cüz’ünden, insânın dest-i ihtiyarına verilen ancak bir cüz’üdür. Meselâ: Yemekten, bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, tâ semeratın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef’al içinde, insânın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf kalıplarına, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki ağzında birtek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer. Bu misâlî sünbüle, insândaki hayalin eli ancak yetişebilir. İhtiyarın kısacık eli, nasıl yetişir?
Mâdem esbab içinde en eşrefi ve en ziyâde ihtiyar sahibi olan insân, böyle hakikî icaddan eli bağlansa, sâir cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl hakikî mutasarrıf olabilirler? Yalnız o esbab, birer zarftır. Ve masnuat-ı Rabbâniyyeye bir kılıftırlar ve hedâya-yı Rahmâniyyeye birer tablacıdırlar. Elbette bir pâdişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o pâdişahın saltanatına şerik olamazlar. Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder.