Sözler | Otuzİkinci Söz | 611
(590-652)

Belki ağacın herbir cüz’ü, o kanun-u emrînin duygularının birer merkezi hükmündedir ki; uzun vasıtaları perde olup bir mâni teşkil etmek değil, belki telefon telleri gibi birer vesile-i teshil ve takrib olur. En uzak, en yakın gibidir.

Mâdem bilmüşâhede Zât-ı Ehad-i Samed’in, “irade” gibi bir sıfatının birtek cilve-i cüz’îsi, bilmüşâhede milyon yerde, milyonlar işe vasıtasız medâr olur. Elbette Zât-ı Zülcelâl’in tecelli-i kudret ve iradesiyle, şecere-i hilkatı bütün ecza ve zerratıyla beraber tasarruf edebilmesine şuhud derecesinde yakîn etmek lâzımgelir.

Onaltıncı Söz’de isbat ve izah edildiği gibi deriz ki: Mâdem, güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhânî gibi madde ile mukayyed nim-nuranî masnular ve şu çınar ağacının mânevî nuru, ruhu hükmünde olan ukde-i hayatiyyesi ve merkez-i tasarrufu olan emrî kanunlar ve iradevî cilveler, nûrâniyyet sırrıyla bir yerde iken ve birtek müşahhas cüz’î oldukları halde, pekçok yerlerde ve pekçok işlerde bilmüşâhede bulunabilirler. Ve madde ile mukayyed bir cüz’î oldukları halde, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Ve bir anda bir cüz’-i ihtiyârî ile, pekçok muhtelif işleri bilmüşâhede kesbederler. Sen de görüyorsun ve inkâr edemezsin.

Acaba: Maddeden mücerred ve muallâ, hem kaydın tahdidinden ve kesafetin zulmetinden münezzeh ve müberra, hem şu umum envar ve şu bütün nuranîyat O’nun envar-ı kudsiyye-i Esmâiyyesinin kesif bir gölgesi ve zılali, hem umum vücûd ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i berzah ve âlem-i misâl nim-şeffaf birer âyine-i cemâli, hem sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan birtek Zât-ı Akdes’in irade-i külliyye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zâhir olan tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyyetinden hangi şey saklanabilir! Hangi iş O’na ağır gelebilir! Hangi yer O’ndan gizlenebilir! Hangi ferd O’ndan uzak kalabilir! Hangi şahıs külliyet kesbetmeden O’na yanaşabilir! Hiç eşya O’ndan gizlenebilir mi! Hiç bir iş, bir işe mâni olur mu! Hiçbir yer, O’nun huzurundan hâlî kalır mı! İbn-i Abbas Radıyallahü Anh’ın dediği gibi: “Herbir mevcûda bakar birer mânevî basarı ve işitir birer mânevî sem’i” bulunmaz mı! Silsile-i eşya, O’nun evâmir ve kanunlarının sür’atle cereyanlarına birer tel, birer damar hükmüne geçmez mi! Mevani’ ve avaik, O’nun tasarrufuna vesâil ve vesait olamaz mı! Esbab ve vesait, sırf zâhirî bir perde olamaz mı! Hiçbir yerde bulunmadığı halde, her yerde bulunmaz mı! Hiç tahayyüz ve temekküne muhtaç olur mu? Hiç uzaklık ve küçüklük ve tabakat-ı vücûdun perdeleri, O’nun kurbiyyetine ve tasarrufuna ve şuhuduna mâni olabilir mi!

Dinle
-