Hem hiç maddîlerin, mümkinlerin, kesiflerin, kesîrlerin, mukayyedlerin, mahdudların hassaları ve maddenin ve imkânın ve kesafetin ve kesretin ve takayyüdün ve mahdudiyyetin mahsus ve münhasır lâzımları olan tagayyür, tebeddül, tahayyüz ve tecezzi gibi emirler; maddeden mücerred ve Vâcib-ül-Vücûd ve Nur-ul-Envar ve Vâhid-i Ehad ve kuyuddan münezzeh ve hududdan müberra ve kusurdan mukaddes ve noksandan muallâ bir Zât-ı Akdes’e lâhik olabilir mi! Acz, hiç O’na yakışır mı! Kusur, hiç O’nun damen-i izzetine yanaşır mı!..
Bir zaman Ehadiyyete dair bir tefekkürde bulunduğum zaman, odamın yanındaki çınar ağacının meyvelerine baktım: Arabiyy-ül ibare bir silsile-i tefekkür kalbe geldi. Nasıl gelmiş ise, öyle arabî olarak yazıp, sonra kısa bir mealini söyleyeceğim. İşte: