Bu arabî fıkranın mebde’i şudur:
İşte bu arabî tefekkürün kısa bir meali şudur ki:
Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar; hikmet-i Rabbâniyyenin birer mu’cizesi.. san’at-ı İlâhiyyenin birer hârikası.. rahmet-i İlâhiyyenin birer hediyesi.. vahdet-i İlâhiyyenin birer bürhân-ı maddîsi.. âhirette eltaf-ı İlâhiyyenin birer müjdecisi.. kudretinin ihâtasına ve ilminin şümûlüne birer şahid-i sadık oldukları gibi; şunlar, âlem-i kesretin aktarında ve şu ağaç gibi tekessür etmiş bir nevi âlemin etrafında vahdet âyineleridirler. Enzarı, kesretten vahdete çeviriyorlar. Lisan-ı hal ile herbirisi der: “Dal budak salmış şu koca ağacın içinde dağılma, boğulma, bütün o ağaç bizdedir. Onun kesreti, vahdetimizde dâhildir.” Hattâ her meyvenin kalbi hükmünde olan herbir çekirdek dahi, vahdetin birer maddî âyinesi oldukları gibi; zikr-i kalbiyy-i hafî ile koca ağacın zikr-i cehrî sûretiyle çektiği ve okuduğu bütün Esmâyı zikreder, okur. Hem o meyveler, tohumlar; vahdetin âyineleri oldukları gibi, kaderin meşhud işaratı ve kudretin mücessem rumuzâtıdır ki; kader, onlar ile işaret eder ve kudret, o kelimeler ile remzen der: “Nasılki şu ağacın kesretli dal ve budakları, birtek çekirdekten gelmiş ve şu ağacın san’atkârının icad ve tasvirde vahdetini gösteriyor. Sonra şu ağaç, dal ve budak salıp tekessür ve intişar ettikten sonra, bütün hakîkatını bir meyvede toplar. Bütün mânâsını bir çekirdekte derceder. Onunla Hâlık-ı Zülcelâlinin halk ve tedbirindeki hikmetini gösterir.”