sırrınca: Herşey lisan-ı mahsusu ile Hâlıkını yâdeder, takdis eder. Evet bütün mevcûdatın lisan-ı hal ve kal ile ettiği tesbihat, birtek Zât-ı Mukaddes’in vücûdunu gösteriyor. Evet fıtratın şehadeti reddedilmez. Delâlet-i hal ise, husûsan çok cihetlerle gelse, şüphe getirmez. Bak hadsiz fıtrî şehadeti tazammun eden ve nihayetsiz tarzlarda lisan-ı hal ile delâlet eden ve mütedâhil daireler gibi birtek merkeze bakan şu mevcûdâtın muntâzam sûretleri, herbiri birer dildir. Ve mevzun heyetleri, herbiri birer lisan-ı şehadettir. Ve mükemmel hayatları, herbiri birer lisan-ı tesbihtir ki, Yirmidördüncü Söz’de kat’î isbat edildiği gibi, o bütün diller ile pek zâhir bir sûrette tesbihatları ve tahiyyatları ve birtek mukaddes zâta şehadetleri, ziyâ güneşi gösterdiği gibi bir Zât-ı Vâcib-ül Vücûd’u gösterir. Ve kemâl-i ulûhiyyetine delâlet eder.
sırlarınca: Herşey; herşey’inde ve her şe’ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelâl’e muhtaçtır. Evet kâinattaki mevcûdâta bakıyoruz ve görüyoruz ki: Za’f-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahüratı var. Ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor. Meselâ; nebâtâtın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi. Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gına-i mutlakın tezahüratı var. (Kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyyet-i fakiraneleri ve baharda şa’şaalı servet ve gınâları gibi.) Hem cümûd-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhatı görünüyor. (Anâsır-ı câmidenin zîhayat maddelere inkılâbı gibi.)