İşte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde; Kur’an-ı Hakîm’in asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avâmdan en havassa kadar her tabakanın istifâde edebileceği bir üslûbla îzah ve isbat edilmiş olması...
Beşincisi: Müfessirin, Kur’an ve îman hakîkatlarını, cerh edilmez delil ve hüccetlerle isbat ederek tedrîs etmesi. Yâni, pozitivizm (isbatiyecilik)i bir esas ittihaz etmiş olması...
Altıncısı: Ders verdiği Kur’anî hakîkatların; hem aklı, hem kalbi, hem ruhu ve vicdanı tenvîr ve tatmin ve nefsi musahhar etmesi ve şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gayet beliğ, nâfiz ve müessir olması...
Yedincisi: Hakîkatların derkine de mâni olan benlik, gurur, ucub ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahib kılması...
Sekizincisi: Kur’an-ı Kerîm’i tefsir eden bir allâmenin Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnetine ittiba’ etmiş olması ve ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi üzere ilmiyle âmil olması ve âzamî bir zühd ve takvâ ve âzamî ihlâs ve dine hizmetinde âzamî sebat, âzamî sıdk ve sadâkat ve fedâkârlığa, âzamî iktisad ve kanaata mâlik olması şarttır.
Hülâsa olarak; müfessirîn, Kur’anî risâleleriyle, Risâlet-i Ahmediyyenin; (A.S.M) âzamî takvâ ve âzamî ubûdiyeti ve kuvve-i kudsiyyesiyle de Velâyet-i Ahmediyyenin lemâatına mazhar olmuş hâdim-i Kur’an bir zât olması...
Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur’anî ve Şer’î mes’eleleri beyân ederken, şu veya bu tazyik ve işkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altında kalarak fetva vermeyen ve ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir îman kuvvetiyle hakîkatı pervasızca söyleyen İslâmî şecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessir olması gerektir.
Hem îdam plânlarının tatbik edildiği ve bir tek dinî risâle neşret-tirilmediği dehşetli bir devirde, bilhassa imhâ edilmesi ve söndürülmesi hedef tutulan Kur’anî, Şer’î esasâtı te’lif ve neşretmiş olduğu meydanda olmakla bir mürşid-i kâmil ve İslâm’ın, bu asırda hakikî bir rehber-i ekmeli ve Kur’anın muteber bir müfessir-i âzamı olmuş olması lâzımdır.