Hizmet-i îmaniyyemi hiçbir şeye âlet etmeyeceğim” der. Hazret-i Üstad, kendi şahsı için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse; mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna ağır gelir, hoşuna gitmez.
Bediüzzaman Said Nursî; Kur’an, Îman ve Din’e yaptığı hizmetinde, senelerden beri mütemâdî bir tarassud ve tecessüs, tâkibat ve tedkikat altında bulundurulmuştur. Yalnız ve yalnız rızâ-yı İlâhî için, yalnız ve yalnız hakîkat için İslâmiyet’e hizmet ettiği ve hizmet-i Kur’aniyyesini hiçbir şeye âlet etmediği müteaddid mahkemelerde de sâbit olmuştur.
Eğer bu mezkûr hakîkatlara ve eserlerindeki hak ve hakîkatı gören hak-perestlerin, Bediüzzaman ve eserlerinde gördükleri ve neşrettikleri âlî meziyet ve yüksek hakîkata mugayir en küçük bir şey olsa idi, en büyük ilâvelerle, şaşaalarla ve yaygaralarla, bu yirmibeş sene içinde, din düşmanları tarafından dünyaya ilân edilecek idi.
Nitekim bütün bütün iftira ve ittihamlarla, cebbar, müstebid din düşmanlarının tahrikatıyla mahkemelere sevkedildiği zaman, gazetelerin birinci sahifelerinde, bire yüz ilâvelerle teşhir ettirilmesi; tahkikat ve muhakeme neticesinde hiç bir suç olmadığı tahakkuk ederek, beraet ettiği vakit sükût edilmesi; bu hakîkatın âşikâr çok delillerinden bir tanesidir.
Bediüzzaman, din kardeşlerine ziyâde şefkatlidir. Onların elemleriyle elem çektiği, İslâm dünyasında hürriyet ve istiklâli için can veren, fedâî İslâm mücâhidlerinin acılarıyla muzdarib olduğu, Kur’an ve İslâmiyet’e yapılan darbeler ânında çok ızdırablar çektiği, böyle acı acıların tesirâtıyla, zâten pek az yediği bir parça çorbasını da yiyemediği çok defa görülmüş ve görülmektedir.
Ekser günleri hastalıklar ve sıkıntılarla geçmektedir. Bir Nur talebesinin yazdığı gibi, “Ey Millet-i İslâm’ın ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmeyen müşfik üstadım! Senin devam eden hastalıkların cismanî değildir. Dinimize icra edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça senin ızdırabın dinmeyecektir.” Evet biz de bu kanaatteyiz.
Fakat o elîm acılar, Bediüzzaman’ı asla ye’se düşürmemiş, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua ve ubûdiyete sevk etmiştir ki: “Kurtuluşun çâre-i yegânesi, Kur’ana sarılmaktır.” demiş ve sarılmış.
Kur’anda bulduğu deva ve dermanları kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ı İslâm ve nev-i beşerin saadetine medâr olan Risâle-i Nur eserlerini meydana getirmiştir.