Arkadaş! Bilhassa muztar olanların duâlarının büyük bir te’siri vardır. Ba’zan o gibi duâların hürmetine, en büyük bir şey en küçük bir şeye müsahhar ve mutî olur. Evet kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir ma’sûmun duâsı hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek duâlara cevab veren Zât, bütün mahlûkata hâkimdir. Öyle ise, bütün mahlûkata dahi Hâlıktır.
Kardeşlerim! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki; küllü cüz’de, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkâr eder. Meselâ: Küçük bir kabarcıkta, Güneşin tamamiyle tecelliyatını ister. Bunu göremediği için, o kabarcıktaki cilvenin Güneşten olduğunu inkâr eder. Halbuki, şemsin vahdeti, tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez.
Ve keza, delâlet etmek tazammun etmeği iktizâ etmez. Meselâ: Kabarcıktaki Güneşin cilvesi Güneşin vücûduna delâlet eder, fakat Güneşi tazammun edemez, yâni içine alamaz. Ve keza, bir şeyi bir şeyle tavsif edenin, o şeyle muttasıf olması lâzım gelmez. Meselâ, şeffaf bir zerre, şemsi tavsif eder, fakat şems olamaz. Bal arısı Sâni-i Hakîm’i vasıflandırır, amma Sâni olamaz...
Arkadaş! Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. Îman yolu ise, suda, havada, ziyâda yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir. Meselâ: Bir insan, gövdesinin cihat-ı sittesini Güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevî gibi dönerek gövdesinin her tarafını Güneşe karşı getirir veya Güneşi o mesâfe-i ba’ideden celb ile gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir. İkincisi de, küfrün zahmetlerine misaldir.
Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde ne için kâfirler kabul ediyorlar?
Cevab: Kasden ve bizzat kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk hevâ-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkülleşir. Îman ise, kasden ve bizzat ta’kib ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.