Mesnevî-i Nûriye | Hubab | 86
(84-106)

Binâenaleyh, nübüvvet öyle bir çekirdektir ki: İslâmiyet şeceresi bütün semeratiyle, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır. Kur’ân dahi, seyyar yıldızları ismar eden şems gibi, İslâmiyetin onbir rüknünü intâc etmiştir. Acaba, bu cihan-bahâ semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şüphe ve tereddüd yeri kalır mı? Hâşâ...

İ’lem Eyyühel-Aziz! Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semâlarda tayarana başlar. Âfâk-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemâlâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şübhe yoktur. Binâenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (A.S.M.) bidâyet-i hayatına maddî, sathî, sûrî bir nazar ile bakan bir adam şahsiyet-i ma’nevîyesini idrak edemez ve derece-i kıymetine vâsıl olamaz. Ancak bidâyet-i hayatına ve levâzım-ı beşeriyetine ve ahvâl-i zâhiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazariyle bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin Güneşi ve tûba gibi şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır. Ve feyz-i İlâhî ile sulanmış ve fazl-ı Rabbânî ile tekâmül etmiştir. Binâenaleyh, Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) mebde-i hayatına âid ahvâl-i suriyesinden zaîf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme neşrettiği nurlara bakmalı.

Maahazâ mebde-i hayatına şek ve şüphe ile bakan adam herhalde masdar ile mazhar, menba’ ile mâkes, zâtî ile tecelli aralarını fark edemiyor. Ve bu yüzden şüpheye düşer. Evet Nebiyy-i Zîşan (A.S.M.) tecelliyât-ı İlâhîyeye mazhar ve makesdir; masdar ve menba’ değildir. Çünkü o zât yalnız âbiddir ve ibâdetçe herkesten ileridir. Demek bu kadar görünen terakkiyat, kemâlât onun zâtî malı değildir. Ancak hariçten verilen Rahmân-ı Rahîm’in tecellileridir. Evvelce beyân edildiği gibi, hiç bir şey, bir zerreye bile, ma’nayı ismiyle masdar olamaz. Amma bir zerre, ma’nayı harfiyle semânın yıldızlarına mazhar olur. Yalnız gaflet ile o zerrenin masdar olduğu zanniyle bakıldığından, san’at-ı İlâhîyeyi tâğutî bir tabiata malederler.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Duâlar, tevhid ve ibâdetin esrârına nümûnedir. Tevhid ve ibâdette lâzım olduğu gibi, duâ eden kimse de, “Kalbinde dolaşan arzu ve isteklerini Cenâb-ı Hak işitir” deyip Kadir olduğuna i’tikâd etmelidir. Bu i’tikâd, Allah’ın her şey’i bilir ve herşeye kadir olduğunu istilzam eder.

Dinle
-