Mesnevî-i Nûriye | Şemme | 200
(192-203)

Eğer insan benliğine mîzan nazariyle bakarsa, kâinattan zihnine akıp gelen âfakî ma’lûmatı kendi ma’lûmatı ile, tasarrufat ve sıfâtı İlâhîyeyi de kendi sıfâtiyle tasdik eder. Yine merciine iâde eder. Ve bu sayede daki şümulüne dahil olarak bihakkın emaneti ifâ etmiş olur. Fakat kendisine müstakil nazariyle bakmakla kendisini mâlik i’tikâd ederse nın şümûlüne dahil olmakla emânette hıyânet etmiş olur. Zîra semavât ve arzın, hamlinden korkarak imtinâ ettikleri cihet “Ene”nin bu cihetidir. Çünkü dalâletler, şirkler, şerler bu cihetten doğarlar. Eğer vaktiyle o “Ene”nin şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür, insanın vücûdunu yutar.

Eğer milletin de enâniyeti inzimam ederse, Sâniin emrine karşı mübârezeye çıkar. Tam ma’nasiyle bir şeytan olur. Sonra, halkı da kendisine kıyas eder, esbâbı da o kıyasa dahil eder, büyük bir şirke düşer. El’iyâzü billâh...

Mühim bir mes’ele: “Ene”nin iki vechi vardır. Bir vechini nübüvvet almıştır. Bir vechini de felsefe almıştır.

Birinci vecih ubûdiyet-i mahzâya menşe’dir. Mâhiyeti harfiye olup müstakil değildir. Vücûdu tebeî olup, aslî değildir. Mâlikiyeti vehmî olup hakîki değildir. Vazifesi, Hâlık’ın sıfatını fehmetmek için bir mîzan ve bir mikyas olmaktır. Enbiyâ (Aleyhimüsselâm) enâniyetin bu vechine bakmakla, mülkü tamamen Allaha teslim ederek ne mülkünde, ne rubûbiyetinde, ne ulûhiyetinde şeriki olmadığına hükmetmişlerdir. Ene’nin bu vechinden Cenâb-ı Hak şecere-i Tûba-i ubûdiyeti inbat edip; dal ve budakları kâinat bahçesinde enbiyâ, evliyâ, sıddıkîn gibi mübârek semereleri vermiştir.

İkinci vechi alan felsefe, ene’nin vücûdunu aslî ve kendisini müstakil ve mâlik-i hakîki olduğunu zu’metmişlerdir. Vazifesi de yalnız hubb-u zâtiyle tekemmül-ü hayattır. Ene’nin bu siyah yüzünden envâen şirkler, dalâletler çıkmıştır.

Dinle
-