Müşriklerin ma’bud ittihaz ettikleri kocaman şems, âlem sarayında lüküs vazifesiyle muvazzaf musahhar bir me’mur ve bir hizmetkârdır. Ma’lûmdur ki, lâmba hizmetini gören câmid bir şey’in ibâdete, yâni ma’bud olmaya hiç liyakati var mıdır?
Üçüncü Nükte: Kur’ân’ın ta’kib ettiği makasıd-ı esasiye ve anâsır-ı asliye: Ubûdiyetle tevhid, risâlet, haşir, adâlet olmak üzere dörttür. Diğer bahsettiği mes’eleler ancak bu maksadlara vesîlelerdir. Bu i’tibârla vesîlelerde yapılacak tafsilât, ol babdaki kavâide muhaliftir. Çünkü mâlâyani ile iştigal, maksadı geri bırakıyor. Bunun içindir ki, ba’zı mesâil-i kevniyede Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân ihmal veya ibham veya icmal yapmıştır. Ve keza, Kur’ân’ın muhatablarından kısm-ı ekseri avâmdır. Avâm sınıfının hakâik-i İlâhîyenin ince ve müşkül kısmına fehimleri kadir değildir. Ancak temsil ve icmaller ile fehimlerine yakınlaştırmak lâzımdır. Bunun içindir ki Kur’ân, kesret ile temsilleri zikrediyor. Ve istikbâlde keşfedilecek ba’zı mesâilde de icmal yapıyor.
Dördüncü Nükte: Bu Nükte mütercim tarafından tayyedilmiştir.
Beşinci Nükte: Müellif-i muhteremi tarafından tayyedilmiştir.
ALTINCI KATRE: Kur’ân başka kelâmlar ile mukayese edilmez. Aralarında münâsebet yoktur. Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemâline kuvvet veren mütekellim, muhatab, maksad, makam olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; fâiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.
Evet, meselâ: O kelâm emir veya nehiy olursa, irâde ve kudreti tazammun ettiğinden derecesine göre tezâuf ediyor. Meselâ: Kur’ânın
âyetiyle, semâ ve arza verdiği emrin tazammun ettiği yüksek ve kat’i irâde ve kudret ile derhal semâî sehab çekilir, arz da suyunu yutar. Ve keza, arz ve semâya
âyetiyle verilen emri itâatla kabul etmelerinden, o emirdeki irâde ve kudretin derece-i kuvveti ve dolayısiyle kelâmın derece-i ulviyeti tebârüz eder.