Üçüncüsü: Birinci Söz’de beyân edildiği gibi: Allah nâmına vermek, Allah nâmına almak lâzımdır. Halbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi nâmına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakîkiye âid şükrü, senâyı, zâhirî esbaba verir, hatâ eder.
Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisad öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâl’e yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinâden, bakiye-i ömrümü de o kaide ile geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.
Beşincisi: Bir-iki senedir çok emareler ve tecrübelerle kat’î kanaatım oldu ki; halkların malını, husûsan zenginlerin ve me’murların hediyelerini almağa me’zun değilim. Ba’zıları bana dokunuyor.. belki dokunduruluyor, yedirilmiyor. Ba’zan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamağa ma’nen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir. Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabûl edemiyorum. Halkın hediyesini kabûl etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabûl etmek lâzım geliyor.. o da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu’ ve temellûkten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassa’ libasını giymek ve onların hâtırını saymağa mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.
Altıncısı: Ve istiğna sebebinin en mühimmi; mezhebimizce en mu’teber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salâhat niyetiyle sana verilen bir şey, sâlih olmazsan kabûl etmek haramdır.”
İşte şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçâreyi, sâlih veya veli tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer hâşâ! Ben kendimi sâlih bilsem; o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabûl etmek câiz değildir. Hem âhirete müteveccih a’mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâkî meyvelerini dünyada fâni bir sûrette yemek demektir.
Said Nursî