Mektubat | Dördüncü Mektup | 20
(19-21)

İkincisi:Tarîk-ı Nakşî hakkında denilen: Der tarîk-ı Nakşibendî lâzım âmed çâr-ı terk; terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hesti, terk-i terk” olan fıkra-i ra’nâ birden hâtıra geldi. O hâtıra ile beraber, birden şu fıkra tulû’ etti:

“Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çiz: fakr-ı mutlak, acz-i mut-lak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz!”

Sonra senin yazdığın: “Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine, ilâ âhir..” olan rengîn ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiir ile semanın yüzün-deki yıldızlara baktım. “Keşki şâir olsaydım, bunu tekmil etseydim” dedim. Halbuki şiir ve nazma istidadım yokken yine başladım, fakat nazım ve şiir yapamadım; nasıl hutur etti ise, öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, ister-sen nazma çevir, tanzim et. İşte birden hâtıra gelen şu:

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şîrînine
Nâme-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lîsaniyle derler:
“Bir Kadîr-i Zülcelâl’in haşmet-i Sultanına...
Birer bürhan-ı nur-efşanız biz, vücûd-u Sânia
Hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz...
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nazenin mu’cizatı çün melek seyranına.
Şu semanın arza bakan, Cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz.(Hâşiye)
-----------------------------------

(Hâşiye):Yâni Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yü-zünde hadsiz mu’cizat-ı kudret teşhir edildiğinden, semavât âlemindeki melâi-keler o mu’cizatı ve o hârikaları temâşâ ettikleri gibi; ecram-ı semâvîyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemîn yüzündeki nâzenin masnûâtı gördükçe Cennet âlemine bakıyorlar ve o muvakkat hârika-ları bâki bir sûrette Cennette dahi temâşâ ediyorlar gibi, bir zemîne, bir Cen-net’e bakıyorlar; yâni o iki âleme nezaretleri var demektir.

Dinle
-