Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 152
(88-221)

ON BEŞİNCİ İŞÂRET: Nasılki taşlar, ağaçlar, Kamer, Güneş onu tanıyorlar; birer mu’cizesini göstermekle, nübüvvetini tasdik ediyorlar.

Öyle de: Hayvânât tâifesi, ölüler tâifesi, cinler tâifesi, melâikeler tâifesi o Zât-ı Mübârek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyorlar ki; onlar, onu tanıdıklarını, herbir tâifesi, ba’zı mu’cizâtını göstermekle gösteriyorlar ve nübüvvetinin tasdikini i’lân ediyorlar. Şu On Beşinci İşâret’in üç şubesi var:

Birinci Şubesi: Hayvânât cinsi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanıyorlar ve mu’cizâtını da izhar ediyorlar. Şu şubenin çok misâlleri var. Biz yalnız burada, meşhur ve ma’nevî tevâtür derecesinde kat’i olmuş veya muhakkikîn-i eimmenin makbûlü olmuş veya ümmet telakki-i bilkabûl etmiş olan bir kısım hâdiseleri, nümûne olarak zikredeceğiz:

Birinci Hâdise: Ma’nevî tevâtür derecesinde bir şöhretle, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebû Bekir-is-Sıddîk ile, küffarın ta’kibinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gâr-ı Hirâ’nın kapısında, iki nöbetçi gibi iki güvercin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi, hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir. Hatta rüesâ-yı Kureyş’ten, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın eli ile Gazve-i Bedir’de öldürülen Übey İbn-i Halef mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: “Mağaraya girelim.” O demiş: “Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Hazret-i Muhammed tevellüd etmeden bu ağ yapılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor, adam olsa orada dururlar mı?” İşte bunun gibi, mübârek güvercin tâifesi, Feth-i Mekke’de dahi Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın başı üzerinde gölge yaptıklarını, İmâm-ı Celil İbn-i-Veheb naklediyor. Hem nakl-i sahîh ile Hazret-i Âişe-i Sıddîka haber veriyor ki: Güvercin gibi, Dâcin denilen bir kuş hânemizde vardı. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hâzır olsa idi hiç debelenmezdi, sükûtla dururdu. Ne vakit Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıksa idi, o kuş başlardı harekete; giderdi, gelirdi.. hiç durmuyordu. Demek o kuş, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı dinliyordu, huzurunda temkin ile sükût ederdi.

İkinci Hâdise: Beş-altı tarîkle ma’nevî bir tevâtür hükmünü almış kurd hâdisesidir ki; bu kıssa-i acîbe, çok tarîklerle meşhur sahâbelerden nakledilmiş. Ezcümle: Ebû Saidi’l-Hudrî ve Seleme İbni’l-Ekva’ ve İbn-i Ebî Veheb ve Ebû Hüreyre ve bir vak’a sâhibi çoban (Uhban) gibi müteaddid tarîklerle haber veriyorlar ki: Bir kurd, keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Zi’b demiş: “Allah’tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Acaib, zi’b konuşur mu?” Zi’b ona demiş: “Acib senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki; sizi Cennet’e da’vet ediyor, Peygamberdir, onu tanımıyorsunuz!”

Dinle
-